Son Eklenenler>
Gizli işler nedense karanlıkta yapılırdı. Bilal ve Cengiz, gece karanlığına dalmışlardı. Üzerlerinde taşıdıkları silahlarla çok dikkatli olmaları gerektiğini biliyorlardı. Önlerine her an polis çıkabilirdi. Onlardan korkuları yoktu… Şehir onlarındı… Zira sokakları avuçlarının içi gibi biliyorlardı.
Acildeki hasta bakıcı Asım amcanın getirdiği yaralıyı hemen bir kabine alıp eline baktı. Acil müdahale gerekiyordu. Doktor çağrıldı. Gelen doktor bir yandan Garip’in elinin üzerindeki yanan derileri kaldırıyor öte yandan Asım amcadan olayın nasıl olduğunu sorup duruyordu. Asım amca ise doktora olanları kendi evinde yaşanmışçasına anlatıyordu.
Yaratılıştan gelen birlikteliğin, cennetin bir diğer adıdır evlilik. Bundan olsa gerek yalnızlık “Cehennem, birliktelik ise Cennetle” özdeşleşmiştir. “Seninle cehennem, cennet sayılır. Sensiz cennet bile sürgün sayılır” sözlerinin anlam bulduğu yerdir evlilik.
2001’in Haziran ayında Diyarbakır’a tekrar gelmek zorunda kaldım. Gelişimin üzerinden birkaç gün geçtikten sonra yakalandım. Cezaevinin bir ön aşaması olan gözaltı sürecim böylelikle başlamış oldu. Gözaltında kaldığım süre zarfında konulduğum hücre yaklaşık olarak dört metre kareydi. İçerde bir sünger yatak dışında başka bir şey yoktu. Hücreyi aydınlatan floresan lamba olmasaydı, kör kuyudan farksız bir yer olurdu herhalde. Hücremin duvarlarında burada daha önce kalanların yerdeki tozların yardımıyla yazdıkları yazılar vardı. Bir de henüz nasıl olduğunu bilmediğim siyah yazılar vardı. Siyah yazıların duvara nasıl yazıldığını parmak izimin alınmasından sonra anlayabildim.
Her ne kadar kendisine söylemekten çekinse de mide kasılmalarına sebep olan şeyin ne olduğunu aslında biliyordu. O’nu arıyordu. Görmek istediği tek kişi oydu. Korktuğu, kaçındığı şeyin başına gelmesinden endişe ediyordu. Yaşadığı şeyleri inkâr ediyordu. Onu düşünmediğini fısıldasa da kalp atışları hiç de öyle demiyordu.
Diriler kabrine konulan İslam’i Cemaat mensupları için Nisan ayının anlamı bir başkaydı. Heyecan ve coşkunun zirvesini yaşadıkları bu ayda İslam’i Cemaat mensupları tatlı bir telaşın içine giriyorlardı. Dört duvar arasındaki yaşamın dünyaya açılan penceresinden bakıp şehadet kuşunu hayal ettikleri, Yeşil kuşun kursağından cennete nasıl uçacaklarını düşünüp maziye dalıp gittikleri bu ayın anlamı ve hissettirdiklerini seviyorlardı.
Ruh eşinin gidip kendisini yarım bırakacağını, bir parçası yokken hayattın anlamsızlığını, manasızlığını, tatsızlığını bilmek için aşık olmak gerekiyor. Zümra, Sefa’ya aşıktı. Aşkı tek taraflı değildi elbette. Sefa’da Zümra’sı için Mecnun’du. Onların belli ki bir hikayeleri yoktu. Çünkü onlar birbirlerine kavuşmuşlardı. Kavuşmasalardı işte o zaman onların da aşkları destansı olurdu.
Mahalledeki kimi arkadaşlarımın babaları çalışmak için gurbette gittikleri zaman, o çocuklara babalarını aratmayacak kadar şefkat gösterilir, onlarla daha yakından ilgilenilirdi. Kendi çocuklarının ihtiyaçlarını karşıladıkları gibi bu çocukların da ihtiyaçlarını kendi ceplerinden karşılar, onlara babalarının yokluğunu aratmamak mahallemizin bir başka meziyetiydi.
Melek emmi, emektar kamyonetiyle çalıştığı şantiyedeki iş arkadaşlarının da emmisiydi. Yaklaşık ondan fazla kamyonetin bulunduğu şantiyede ne zaman bir arıza olsa hemen Melek emmiye koşarlardı. Kamyonların adeta ruhunu bilirdi. Usta bilgeliği ile mahir ellerinden kurtulan arıza yoktu. Tamirci masrafından kurtulan mesai arkadaşları için Melek emmi bulunmaz bir hazineydi. İnsan iyi olunca âlem de ona karşı iyi oluyordu. İyilikleri neden ve niçin yaptığını bildikten sonra gerisinin hiçbir anlam ve önemi kalmıyor. “İyilik yap denize at, balık bilmese de Halık bilir,” demişler eskiler. Melek emmi hiçbir zaman yaptığı iyilikleri bir başkasının başına kakmazdı. İsteyene, “Neden istiyorsun?” Diye sormadığı gibi, “İstiyorsa ihtiyacı vardır, diye istiyor,” diye düşünürdü.
Teneffüs bitiş zili çaldı. Taha, Salih’e teşekkür edip ayrılacağı sırada okul çıkışında camide buluşmak için sözleştiler. Öğle namazını kıldıktan sonra Salih yine etrafındaki öğrencilerle caminin bir köşesinde halka şeklinde halka kurup sohbet etti. Cami çıkışında Taha’yla birlikte abisinin evine kadar kendisine eşlik edip sohbet ettiler. Taha aklındaki soruları tek tek Salih’e sorup cevaplarını aldığı için memnundu. Salih o an için yanında bulunan başka bir kitabı okuması için Taha’ya verdi. Taha sevinerek kitabı alıp okul kitaplarının arasına koydu. Bunu gayri ihtiyari bir şekilde yapmıştı. Abisinin bu kitapları okuduğunu gördüğünde “Onları bırak kendi derslerine çalış” deyişini hissetmiş gibiydi. O yüzden kitabı akşam yatağında okumak için sakladı.
Fatma, Mehmet amcadan iki yaş küçük olmasını rağmen, ailesinin desteği ile küçük yaşlardan itibaren mahalledeki Kur’an kursuna gidip, orada İslami eğitiminin temelini atmıştı. Geçen zaman içinde kendisini daha iyi yetiştirerek, hocalarından sonra camideki öğrencilere kendisi ders vermeye başlamıştı. Fatma Hoca olacak kadar bilgi ve birikiminin yanı sıra, güzel ahlakı ile de tanınan biri olmuştu.