
Ayten-7. Bölüm
7. BÖLÜM
Yine bir yaz tatil bitmiş okullar açılmıştı. Ayten bu yıl ortaokula başlayacaktı. Mahalleye yakın olan Emin paşa ortaokuluna kayıt yaptırmıştı. Geçen yıl Halit de bu okula kayıt yaptırmış ve birinci sınıfı bitirmişti. Ayten bu yıl iki sevinci birden yaşıyordu. Bir yandan artık ortaokullu olup biraz büyüdüğü için seviniyordu. Ama asıl sevinci ise tekrar Halit’le birlikte aynı okulda okuyacak olmasıydı.
Halit’le birlikte okula gidip gelmeyi çok özlemiş bu özlemi son bulmuştu. Halit, belki de Ahmet’e karşı duyduğu sevgiden Ayten’i korumak için onunla birlikte okula gidip gelmeye yine sıcak bakmıştı. Eskiden olduğu gibi okul çıkışlarında birbirlerini bekleyip birlikte eve dönmeye devam ediyorlardı. Yalnız bu sene Ayten’de bir değişiklik olduğunu fark eden Halit, bu arkadaşının eski küçük Ayten olmadığını görebiliyordu. Arkadaşı daha bir konuşkan olmuştu. Öğrendikleri sayesinde konuşmasında tatlı bir akıcılık oluşmuştu. Halit de bu sohbetlerden tat almaya başlamıştı.
Genelde konuştukları konular okuldaki meseleler ve kimi öğrencilerin yapıp ettikleriydi. Bu konu onların paylaşabildikleri tek ortak noktayı oluşturuyordu. Sohbetleri Halit’in de ilgisini çekmişti. Sezdirmese de Ayten’den öğrendikleri sayesinde okulda hangi öğrenciyle dostluk kuracağını iyi seçmesine yardımcı oluyordu.
Halit sayesinde Ayten okulda yalnızlık çekmedi. Halit’in tek başına varlığı bile Ayten için yeterliydi. Halit’in okuduğu bir okulda olmak ve her gün onunla birlikte okula gidip gelmek Ayten için çok şey ifade ediyordu. Bunu anlatmak için kelimelere ihtiyacı yoktu. Çünkü kelimeler bile hissettiklerini anlatmakta kifayetsiz kalıyordu.
Okul okumak, Ayten’in en büyük hayali olmaya devam ediyordu. Hayalini daha önce de sınıf arkadaşı Kübra’yla paylaşmıştı. Kübra ile ilk tanıştığı zamanı hatırladı. Okulların açıldığı ilk gün yeni sınıfına girip boş olan bir yere geçip oturmuştu. Çok kısa bir süre sonra onun boylarında bir kız yanına gelip, “Oturabilir miyim?” diye sorduğunda başını önündeki defterden kaldırıp Kübra’ya bakmıştı. O an için Kübra’yı tanıdığından o kadar emin olmuştu ki Kübra’nın eski arkadaşlarından biri olduğuna yemin edebilirdi. Tanıdık bir sima görmüş gibi sevinmişti. Bu simayla nerede karşılaştığını düşündü. Bir müddet bakıştıktan sonra aklına bir şeyler gelmeyince düşünmekten vazgeçti. Başıyla Kübra’ya oturmasını işaret etti.
O an Ayten’in hissettiklerinin benzerini Kübra da hissetmişti. Hayatında ilk kez karşılaştığı Ayten ona tanıdık gelmişti. Oysa Kübra daha önce Ayten’le hiç karşılaşmadığından çok emindi. Birbirlerine bu kadar tanıdık gelmelerinin tek sebebi ruhlar âleminde ruhlarının tanışıklığıydı belki de. Ömürlerinde asla birbirlerini görmeyen iki kişinin birbirlerini tanıdıklarını düşünmeleri ancak bu şekilde açıklanabilirdi. Kübra daha önce Ayten gibi bir arkadaşı olmadığından emindi. Olsaydı onu kesinlikle unutmazdı. Böyle bir arkadaş olsaydı, mutlaka onu hatırlayacağından adı gibi emindi.
Ayten’in gözlerindeki ışık bir nur gibi Kübra’nın kalbini ısıtmıştı. Öyle ki onu o andan itibaren sevmeye başlamıştı. İlk kez gördüğü bu kızı bu kadar çabuk sevmesine ve ısınmasına şaşırmıştı. Ayten’in bakışlarındaki sıcaklık ve samimiyet insanın içini ısıtıyordu. Gözlerindeki masumiyet ifadesini daha önce hiç kimsede görmüş değildi.
O günden sonra bu iki arkadaş arasında su sızmaz oldu. Birbirleriyle çok iyi anlaşmışlardı. Evleri yakın olduğundan bazen hafta sonu birbirlerine gider ders çalışır, kimi zaman da kız kıza konuşur sohbet ederlerdi.
Kübra’nın ailesi de kısa bir süre önce köyden şehre göç etmek zorunda kalan birçok aileden sadece biriydi. Ayten’le aynı kaderi paylaşan Kübra, Ayten’de kendisini görür gibi oluyordu. Ayten’le yaptığı sohbetlerde sırlarını çok rahat paylaşıyordu. Canı sıkkın olduğu zaman ona en güzel teselliyi yine Ayten veriyordu.
Şule’nin aralarına katılmasıyla arkadaşlıkları daha da güzelleşmiş birlikte daha çok vakit geçirmeye başlamışlardı. Okul teneffüslerinde birlikte takılıp kantinden bir şeyler içerek vakit geçirmek hobileri olmuştu. Ayten, bu yakın iki arkadaşıyla birlikteyken Halit’i pek düşünmezdi. Artık her teneffüs gözleri Halit’i aramaktan vazgeçmişti. Sadece birlikte okula gidip gelmeyle yetiniyordu.
Okul çıkışı Halit’le ders hakkında sohbet ettiklerinde ise bu sohbetin bitmesini hiç istemiyordu. Elinden gelseydi, evin yolunu ya uzatırdı ya da sohbetlerinin daha uzun sürmesi için bir yerde oturup konuşmak isterdi.
Okul günleri artık sıradan ve monotonlaşmıştı. Dersler ve arkadaşlarıyla birlikte ettikleri sohbet konusu bile aynı oluyor, belli başlı konular arasında dönüp dolaşıyorlardı. Artık neredeyse konuşmak için bile bir araya gelmeyi yersiz görmeye başlamışlardı. Bunun böyle gitmemesi için akıllarına hiçbir çözüm yolu gelmiyordu.
Günler onların istediği gibi olmasa da geçip gidiyordu. Hayat kaldığı yerden devam ediyordu. Dersler ve ev işleriyle geçen yıllar kızların fiziksel gelişme gösterdikleri gibi bakış açılarının da değişmesine neden oluyordu.
Ortaokulu bitirip liseye başladıklarında artık her biri birer genç kız olmuşlardı. Birçok şeyi akledecek duruma gelmişlerdi. Evlilikle ilgili planlar yapıyor ve sohbetlerini, gelecekle ilgili kurdukları hayaller süslüyordu.
Ayten hala okumayı seviyordu. Kübra ve Şule’yle beraber olduğu zamanlar dışında yalnızlığını kitap okumakla geçiriyordu. En son okuduğu bir kitaptaki sözler gözlerinin önündeki perdeyi aralamıştı.
Belki de ilk kez aşkı düşünür olmuştu. Gönlünde yatan okuma aşkından daha farklı bir aşka yelken açmak istemese de düşüncelerine gem vuramıyordu. Aşk neydi? Ya Sevgi?
İki karşı cinsin birbirlerine meyletmesi miydi? Bu kadar basit miydi? Kalbin hisseti şey, nefsin aldığı haz, düşünceleri allak bullak eden aşk bu kadar basit olamazdı. Bundan daha güçlü bir şey olmalıydı.
Aşk öyle bir şey olmalı ki, aşığın sevgilisine uğruna her şeyini feda etmesi, gece gündüz demeden onun varlığıyla göklere uçacakmış gibi hissetmesi gerekmez mi?
Aşkın tarifini herkes kendi düşünce dünyasına göre yapar. Bir tariften daha çok açıklayıcı bir kelime varsa bu da hiç şüphesiz “Aşk veya sevgi,” kelimeleri olurdu.
Ayten için şu anda tek bir aşk vardı. O da Allah’a karşı duyduğu sevgiydi. Kalbinde Allah’ın aşkını taşıyordu. Saf bir aşk…
Bildiği aşkla ilgili şeylerin bir çocuğu kendisini tarif ettiği için hoşuna gidiyordu. Duygularından emin olabilmek için aşkla ilgili ve Allah’a karşı duyduğu aşkı düşünmeye çalıştı. Düşündükçe Allah’ı ne kadar çok sevdiğini gördüğünden olsa gerek Allah’a karşı duyduğu aşktan emin oldu. Aşkın tanımı tam da kendisini tarif etmekteydi.
Allah’ı düşündü. Ona kulluk ettiği zaman duyduğu hazzı… O’na ibadet ederken aklında tek bir şey oluyordu o da Rabbini razı etmekti.
Nefsi devreye girip ona hiç beklemediği bir şeyi fısıldadı; “Peki ya Halit! Onu düşündüğün zamanlarda aldığın hazza ne demeli?”
Ayten bunun cevabını veremedi. Halit’i düşündüğü zamanlar içinde hissettiği bazı duyguların olduğunu inkâr etmiyordu. Bunu biliyor olması ona âşık olduğu anlamına gelmiyordu. “Hayır,” dedi. “Halit’e duyduğum şey aşk değil, olamaz, olsa olsa…”
Elinde okumak için bulunan kitabı kapayıp kenara bıraktı. Kendisini toparlamak için okuduğu kitabın aklını karıştırmasına izin vermeye hiç niyeti yoktu.
İçerde annesinin; “Kızım kapı çalıyor kapıya bak,” demesi üzerine tüm düşüncelerinden sıyrılıp kapıya bakmaya gitti. Gelen Kübra’ydı. Onu karşısında görünce buluşmak için sözleştiklerini ancak hatırlayabildi.
Kübra’yı alıp birlikte odasına geçtiler. Ablası yokken daha rahat oluyorlardı. Sözde ders çalışıp biraz muhabbet etmek için Kübra’yı davet etmişti.
Kübra, Ayten’in etajerin üzerindeki kitabın açık bir şekilde ters çevrildiğini görünce kitabı eline alıp baktı. Gözü kalın puntolarla atılan başlığa ilişti, “İlahi Aşk” altındaki yazının bir satırını okumaya başlamıştı ki Ayten kitabı elinden alıp kapattı.
Kübra okuduğu kelimenin altında yazılanları merak etmeye başlamıştı. İlahi aşk kimin ilgisini çekmez ki? Allah’a gönülden bağlanıp O’nun rızasını kazanmak için değil midir tüm çaba ve gayretimiz? Yaşamamızın amacı Allah’ı tanımak ve O’nu sevmekten ibaretken bunu nasıl yapılabileceğimizi araştırmak ve öğrenmek bu arzuyu taşıyanlar için hep bir merak ve gizem olarak kalmıştır.
Kübra; “Ne oldu, niye elimden aldın kitabı,” diye sorduğunda alındığı sesinden anlaşılıyordu.
Ayten; “Buraya ders çalışmaya geldin kitap okumaya değil.”
“Çok güzel bir yeri okuyordum. Ver onu okuyayım ondan sonra derse başlarız.”
“Boş ver, okuyup da ne yapacaksın?”
“Hadi ama çok güzel bir şeyi anlatıyordu.”
“Çok güzel şey dediğin bölüm çok karışık bir konudur. O yüzden zihnimiz bulanmadan derslerimize çalışsak daha iyi,” diyerek Kübra’yı ders çalışmaya ikna etti.
İlahi aşka giden yolun ilk adımı belki de yaratandan önce yaratılanı sevmektir. Halik’tan önce mahlûku sevmeden İlahi aşka gidilemez.
İlahi aşka kavuşmayı umanlar bunun söylendiği veya anlatıldığı kadar kolay bir şey olmadığını işin içini girdiklerinde anlıyorlar. Okunduğu veya yazıldığı gibi kolay değildi. Özellikle de birini sevip sevginin ne demek olduğu ön koşulu Ayten’e göre hiç uymuyordu. Muhafazakâr yetişenler için “Aşk” konuşulması ve ifade edilmesi zor bir kelimeydi. Kaldı ki genç bir kız için bu zorluğun yanı sıra utangaç davranması da çabasıydı.
Söz konusu aşk olunca muhafazakâr yetişen genç kızların takındığı ortalama tavır buydu. Dışarıdan perdelerle iç âlemini gizlemeye çalışır. Ruhen ve kalben tamamen içinde olduğu bir hal eğer yaşadığı toplumun ön kabullerine aykırı ise kendisini nazarlardan saklamak için her tülü oyunu oynamaya başlardı. Eğer özlem duyduğu hal ön kabullerle örtüşüyorsa, bunu, açığa vurmak, göstermek ve beğeni toplamak için fazladan provalara bile girişirdi.
Bunun en başta gelen örneğini namus konusuyla anlamak mümkündü. Genç bir kızın âşık olması kabullenilemez olarak görüldüğü halde bir erkeğin aşkını itiraf etmesinde bir sakınca görülmüyordu. Aşkı, iffetsizlikle eş değer gören bir zihniyetin yetiştirdiği genç kızlar bu yüzden aşklarını kimseye anlatamazlar. Yaşadıklarını kendi iç âlemlerinde çektikleri ıstırapla acı çekmeye mahkûm edilirler.
Oysa her toplumda olduğu gibi kınanan ve hoş görülmeyen şey, kontrolsüz bakışlar, zihni bunaltan hareketler, iffete uygun olmayan davranışlardır. Kişi bunları kontrol edebilir. Nefsine ve hareketlerine çekidüzen vermekle mükelleftir. Oysa kalp öyle değildir. Ona sen söz geçiremezsin. O seni yönlendirir. Sana olmadık şeyler hissettirir. Elinde olmayan bir şey için suçlanamazsın. Burada ne suç var ne de suçlu…
Aytenlerin, Kübraların çektikleri çileleri, uğradıkları haksızlıkları, haykırışları, iç çekişleri, sızlanmaları, merakları, ağlayışları belli belirsiz de olsa işitildiği halde bu görmezden ve duymazdan geliniyordu.
Onlar, ellerinden şefkatle tutacak, hayat tecrübesi ve bilgisi olanlara o kadar muhtaçken, bu eksikliği gidermek adına yapılan şey ise sadece yasaklamak, uzak durulması gereken öcü gibi bir şey olduğunu söylemekten öteye gitmiyordu.
Çözüm bu muydu? Elbette ki hayır! Çözüm, var olan bir şeyi yok saymakla olmuyor. Bir hakikatin üzerini ne kadar örterseniz örtün o mutla bir gün geldiğinde açığa çıkacaktır. Oysa yapılması gereken şey sevginin de aşkın da ne kadar güzel ve ulvi bir şey olduğunu gençlerimize anlatıp, bu eşsiz kavramların iyice anlaşılması, yerinde kullanılması konusunda onlara yardımcı olmaktan geçer. Sevgi, dünyayı ayakta tutan en kuvvetli sütundur. Bundan olsa gerek sevgisiz yaşanılmayacağını hayat bize öğretir.
Birçok şeyde olduğu gibi sevgi konusunda da cimriyiz. Bu konuda dahi ayrımcılık yapıyoruz. Hayatın anlamı olan sevgiyi kız çocukları için ayıp sayarak onları bu güzel hissiyattan mahrum bırakıyoruz. Bilhassa genç kızların tutum ve davranışları ayrıntılı bir şekilde kontrol altındadır. Genç kız bunun farkındadır ve gizlemek zorunda kaldığı şey için vicdan azabı duysa da bunun başka çıkar yolu olmadığını bilir. Bulduğu ve sahiplendiği şeyin güzelliği karşısında dünyayı bile karşısına alabilecek kadar kendisini güçlü hissetmeye başlar. İşte yıkımın başlangıç noktası…
Öyleyse ebeveynler salt kontrolcü geçinmek yerine, namus ve namusluluk kavramlarını iyice anlayıp, çocuklarına buna göre yaklaşmalıydılar. Aşkın ve sevginin nasıl bir şey olduğunu, onun da helal ve haramı bulunduğunu anlatmalılar. Kaçınılması gereken günahların öğretildiği, yapılması icap eden davranışların anlatıldığı gibi anlatılmalı sevgi ve aşk…
Kübra, Ayten’in, “Zihnimiz bulanmasın,” dediği şeyi şimdi daha çok merak eder olmuştu. İnsan ne tuhaf bir yaratıktır. Kendisine yasak olan şeye karşı her zaman bir meyli olmuştur. “Hem neden zihnimiz bulansın ki?” dedi Kübra, Ayten’in elindeki kitaba bakarak.
Ayten; “Ne bileyim işte “İlahi aşk ve sevgi,” gibi kelimelerin bize göre olmadığını düşünüyorum.
“Yanlış düşünüyorsun. Aşk ve sevgi tam da bize göre olan şeylerdir. Bir genç kızın kalbi bunlarla doludur inan bana. Hem bizler Allah’a âşık, Peygamberine sevdalı kişileriz. Aşkın ne olduğunu iyi biliriz de bunu söyleyemeyiz.”
“Biliyorum, ama sadece bizi ilgilendiren kısmı bu kadar. Onu da biliyorsun işte. Daha neyini öğreneceksin.”
“Bilmem belki kitapta farklı bir bakış acısı olabilir, diye merak ediyorum”
“Neyi merak ediyorsun mesela?”
“Bir insana duyduğumuz sevgi ile Allah’a duyduğumuz sevgi arasındaki fark gibi…”
“Bunu anlayabilir miyiz?” diye sorduğunda, Ayten’in merakı Kübra’dan daha fazla ortaya çıkmıştı.
“Neden olmasın. Sevginin ve aşkın ne olduğunu bildiğimiz zaman bunları ayırt etmek güç olmasa gerek, diye düşünüyorum.”
“Sen, sevgi ve aşk hakkında ne bilirsin ki?”
“Bilmesem de öğrenmeye çalışıyorum. Ama işte senin gibiler öğrenmeme mani oluyorlar,” diyerek güldü Kübra.
Karşılıklı gülüştükten sonra Ayten, içindeki boşluğu giderecek bir şeyler öğrenir umuduyla;
“Mesela aşk konusunda ne biliyorsun?” diye sordu.
“Yunuş Emre’nin hoşuma giden bir söz varı, “Aşk bir güneşe benzer, âşık olmayan gönül, katı bir taşa benzer,” diye. Bu sözün üzerinde çok tefekkür ettim. Yunus’un ne demek istediğini kendimce anlamaya çalıştım. Ve o günden sonra gönlümü aşk ile doldurmaya karar verdim.”
“Nasıl yani, bir yazı okudun diye mi?”
“Mesele bir yazı değildi. Bir hakikatti. Ben bir hakikat ile karşılaşmıştım. Bu hakikatten nasıl istifade edeceğimi bilmiyordum. Hala onu aramaktayım.”
“Ne bulmayı umuyorsun peki?”
“Ne aradığımı bilmiyorum.”
“Ne aradığını bilirsen bulman daha kolay olmaz mı?”
“Aradığım şey gönlümü aşk ile doldurmak olsa da bu aşkın İlahi aşk olmasını istiyorum. Yunus’un kast ettiği şey de bence buydu. Şimdilik bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum. Ama öğreneceğim.”
“Ne yani başka aşklar da mı var?”
“Sen benimle eğleniyor musun ya yoksa gerçekten mi soruyorsun anlamadım?
“Niçin seninle alay edeyim. Burada çok ciddi bir konuyu konuşuyoruz.”
“Bak yine manalı bir şekilde laf sokuşturuyorsun.”
“Yok, vallahi gerçekten de soruyorum.”
Kübra, Ayten’in kendisiyle eğlendiğini düşünmeye başladığından konuyu kapatmaya karar verip; “Tamam, haydi ders çalışalım,” diyerek kitap ve defterlerin olduğu masaya geçip oturdu.
“Ne güzel konuşuyorduk, ne oldu birden alındın,” diye söylenen Ayten bu sohbetten bir şeyler öğrenmeyi umuyordu. Bazen hakikat en yakınlarınızda olduğu halde ondan gaflet içinde olabilir insan.
Kübra’nın alınganlığı tutmuştu. Bu yüzden sohbetlerini kesip derslerini çalışmaya başladılar. Dersin ortalarına doğru hiç konuşmayan Kübra, sıkılmaya başlamıştı. Yaptıkları sohbette Ayten’in kendisiyle alay ettiğini düşündüğü için alınmıştı. Ayten, bunu fark ettiğinde özür dileyip her ne yapıp ettiyse de onunla alay etmediğine bir türlü arkadaşını inandıramadı.
Gece yatmak için yatağını uzandığında bugün okuduğu yazıyı ve Kübra’nın söylediklerini düşünüyordu. Kübra’nın haklı olduğu birçok nokta vardı. Aşktan o kadar da haberdar değildi. Ama bildiği bir şeyin yeni yeni farkına varıyor gibi hissediyordu.
Ayten için bazı kapalı durumlar yavaş yavaş açılmaya başlıyordu. Halit’e karşı hissettiği şeyin ne olduğunu tahmin etmek güç değildi. Yalnız hissettiği bu duygudan oldukça utanıyordu. Nasıl olur da onun gibi İslami bir eğitim ve ahlakla büyüyen biri, bir erkeğe karşı farklı duygular besleyebilir diye kendini kınayıp söyleniyordu. Ama bu da bir işe yaramıyordu. Kendine istediği kadar kızsın, nefsini kınayıp ayıplasın, bunların hiçbiri kalbine söz geçirmeye yetmiyordu. Aklı ve kalbi sürekli bir çatışma içindeydi. Bu çatışmada her zaman yorgun düşen sadece Ayten oluyordu. Aklını dinlemek istiyordu, ama kalbindekini nasıl söküp atacağını bilmiyordu. Bunu paylaşacağı tek kişi olan Aylin ablasından derdine derman istemenin iyi bir fikir olduğunu düşünse de ablasının kendisi hakkında yanlış bir düşünceye kapılmaması için aklına daha güzel bir fikir gelmişti.
Uyumak üzere olan ablasına seslenerek; “Uyuyor musun?” diye sordu.
Aylin tamda dalmak üzereydi. Ayten’in seslenmesiyle yarı uykulu gözlerle; “Uyumaya çalışıyorum,” dedi yorgun bir sesle. Ayten mahcup ve çekingen bir ses tonuyla; “Abla sana bir şey sorabilir miyim?” dedi. Daha önceden de Ayten kafasına takılan bazı şeyleri sormak için hep bu saati bekler, yatağa uzandıktan sonra “Abla” diye başlayan sorusunu sorduğu için Aylin bu durumu hiç garipsemedi.
“Çok önemli değilse yarın sor,” dediğinde aslında uykusuz olduğu için yarına kalmasını istediği belliydi. Ancak Ayten; “Çok önemli,” dediği için ablası mecburen; “Sor o zaman!” diyerek izin vermek zorunda kaldı. Ayten sıkça başvurulan bir taktik denedi: “Okul arkadaşlarımdan biri bana bir şey sordu. Ama ben onun sorusuna cevap veremedim. İsmini söylememi istemediği için ben de söylemek istemiyorum.”
“Bugün ders çalışmak için gelen Kübra’mı?”
“İsim kullanmasak?”
“Tamam, hadi sor ne soracaksan!”
“Arkadaşım benim gibi dindar bir aileden geliyor. Kur’an okumuş ve namazlarını aksatmadan kılıyor. Tanıdığı bir erkeğe gönlünü kaptırdığını düşünüyor.”
Ayten, kurduğu son cümleyle Aylin’in ilgisini çekmişti. “Nasıl yani, bizim bildiğimiz sevgi manasında mı?”
“Her halde, tam olarak o da emin değil çünkü.”
“Kübra birisine mi tutulmuş yoksa?” diyerek yatağından doğruldu Aylin. Ayten’in gerçekten de Kübra’nın sorununu anlattığına inanmıştı. Ya da kendi kardeşinden daha çok Kübra’ya yakıştırıyordu aşkı. Oysa Ayten ve Kübra bir birlerine çok benzeyen kişiliğe sahiplerdi. Nedense Kübra’nın sevip âşık olması normal görülürken, Ayten’in sevip âşık olması ayıp gibi karşılanıyordu.
Ayten yarı sert bir sesle; “Abla isim yok,” diye anlaşmayı hatırlattı.
“Tamam, isim yok. Yalnız böyle de hiç hoş olmuyor.”
“Eğer böyle yaparsan sormam,” alınganlık yapınca ablası; “Tamam, Hadi sor sor!” dedi.
“Arkadaşım birisini sevdiğini düşünüyor. Bunu da sadece kendisi biliyor. Çocuğun böyle bir şeyden haberinin olmadığını düşünüyor. Şimdi bu çocuğun sevgisini kalbinden çıkarmak istiyor. Bunu nasıl yapacağını bana sordu. Ben de bu konuda hiçbir şey bilmediğimden ona yardımcı olamadım. Arkadaşımı bu dertten nasıl kurtarabilirim, ne yapması gerek?
Çokbilmiş bir edayla Aylin; “Peki, arkadaşın gerçekten de bundan kurtulmak istiyor mu?”
“Bana söylediğine göre istiyor, ama bunu nasıl yapacağını bilmiyor.”
“Bu arkadaşını tanımak isterdim. Bu konuyu onunla yüz yüze konuşsaydım ona daha çok yardımcı olurdum gibime geliyor.”
“Ablaaa!”
“Ne var bunda.”
“Onun kim olduğunu bilmeni istemiyor. Bu yüzden sana kim olduğunu söyleyemem.”
“O zaman arkadaşına söyle âşık olduğunu düşündüğü kişiyi düşünmesin. Onu düşündüğü sürece aklından çıkaramaz.”
“Sorun da bu ya. O da bunu biliyor. Dediğine göre onu aklından çıkaramıyor. Yaptığının yanlış bir şey olduğunu kabul ediyor, ama onu bir türlü aklından, kalbinden çıkarıp atamıyormuş onu, öyle diyor.”
“Vay be! Kübra’ya bak sen. Eğer işin içine gönül girdiyse bu iş çok ciddi o zaman.”
“Düşündüğü çocuğu kalbinden çıkarmak için ne yapması gerek?”
“Aslına bakarsan, ben de bu işlerden pek anlamam. İstersen bu konuyu anneme aç. Annem benden daha iyi bir şekilde sana yardımcı olabilir.”
“Biliyorum, ama bunu annemle konuşamam.”
“Neden konuşamazsın?”
“Utanırım da ondan.”
“Utanılacak bir şey yok. Bir gün senin de başına böyle bir dert gelebilir.”
Ayten adeta suçüstü olmuş kızarmıştı. Savunma psikolojisiyle; “Allah göstermesin, Ağzından yel alsın, deme öyle.”
“Niye demeyecekmişim? Bu işler hiçbir zaman isteyerek ve bilerek olmuyor ki. Bazen işte senin bu arkadaşının başına geldiği gibi senin başına da gelmesi gayet normal değil mi? Ya da böylesi bir dert senin başına gelseydi, sen ne yapardın hiç düşündün mü?” Aylin bilmeden kardeşiyle oynuyordu.
“Şimdi istersen beni bırakalım da arkadaşımın meselesine gelelim. Senin bu konuda bir tavsiyen olacaksa dinlemeye hazırım. Yoksa bu konuyu kapatıp yatalım.”
“Tamam, kızma, sizin yaşınızda bazı şeyleri yaşamanız normaldir. Henüz on altısındasınız. Bu yaşlar aklın ve duyguların karışık olduğu yaşlardır. Sevgi gibi, aşk gibi şeyleri hakikat zannedersiniz. Oysa henüz gençsiniz. Hissettiğiniz bazı şeylere aşk veya sevgi demeniz doğru değildir.”
“Peki, arkadaşımın hissettiği şey nedir o zaman?”
“Onu ben bilemem. Ama aşk ve sevgi emek ister. Bir anda kalbe girip orada kök salması için zaman gerek. Bunlar durduk yere büyümezler. Bence senin arkadaşının hissettiği şey hevestir.”
“Heves nedir?”
“Heves bir anlık gelip geçici bir duygudur. Bu türden duygulara aşk veya sevgi demek yanlış olur.”
“Arkadaşım, hissettiği şeyin heves mi yoksa dediğin gibi aşk mı olduğunu nasıl anlayacak?”
“Bunda anlaşılmayacak bir durum yok. Aşk ve sevgi tıpkı bir ağaca benzerler. Bir ağaç büyümeden önce bir çekirdek tanesidir. Bunu toprağa attıktan sonra bile bu tohumun büyümesi için gerekli olan su, hava ve güneşe ihtiyaç vardır. Miktar tamamlandıktan sonra o tane ilkin toprağın altında çatlar daha sonra topraktan başını çıkararak filiz olur. Köklü bir ağaç olana kadar yıllar geçmesi gerek. Bu süre içinde ihtiyacı olan her şeyi sağlamak gerek yoksa büyümesi ya durur ya da yavaşlar.”
“Bunun bizim konumuzla ne alakası var onu anlayamadım.”
“Aşk ve sevgi bir anda kalbe girse dahi buna aşk demek doğru değildir. Tıpkı bir ağaç gibi aşkın da sevginin de büyümesi için bazı şeylere ihtiyaçları vardır.”
“Abla! İnsan sevgiyi nasıl büyütebilir ki?”
“Her şeyden önce sevdiği şeyi düşünmekle… İnsan sevdiği şeyi düşündükçe onu daha çok istemeye başlıyor. Bu istek zaman içinde öyle bir hale geliyor ki artık istediği veya sevdiği şey onun için vazgeçilmez oluyor. Sevdiği şey kalbinde kökleşip oraya yerleşiyor.”
“Kalpte kök salmaması için düşünmekten vazgeçmek yeterli oluyor mu peki?”
“Bence henüz kalpte yer etmeyen bir sevgi için bu yeterli olur.”
“Peki, ya bu sevgi kalpte yer etmiş ise o zaman ne yapması gerek?”
“İşte o zaman işi biraz daha zor. Çünkü o zaman onu istemese bile yine de düşünecektir. Bazen bir şeyden vazgeçmek için ondan uzaklaşmak veya onun olumsuz yönlerini görüp eksikliklerinin farkına vararak sevdiğimizi zannettiğimiz kişinin aslında sevgimize layık olmadığını da kendimize telkin etmemizde fayda vardır.
“Hatasız ve kusursuz insan yok ki? Bunu hepimiz biliyoruz. Bu senin dediğin şeyi insan bildiği halde birini sevemez mi?”
Ayten, sohbetle paralel olarak ablasından aldığı her bir tüyonun oluşturduğu aydınlıktan yararlanarak bu arada Halit’i de tahlil edip duruyordu.
İç âleminde söz konusu sohbetin sesi duyulmayan bir tarafı da vardı. Onu ablasından gizleyerek konuşması ve kendini ele vermemesi için daha bir dikkatle davranması gerekiyordu. Ayten, sorunlarıyla ve bilmezden gelen tavırlarıyla kendisi için bir muammaya dönüşen bu badireden nasıl kurtulacağını düşünüyordu. Kafasını kurcalayan aşk olgusuna yenileri eşlik etmeye başlamıştı. Heves, ağaç, çekirdek tanesi… Bu arada sohbete devam etmesi gerekiyordu.
“İnsan kusurlarıyla, eksiklikleriyle güzeldir, demişler. Her insanın mutlaka bir eksiği ve kusuru vardır.”
–Senin dediklerinden hiçbir şey anlamadım. Az önce sevdiğin şeyin kusur ve eksiklerini görmekten söz ediyordun şimdi ise İnsan eksikliği ile güzeldir diyorsun.
–Ah benim cimcimem! Ben sana nasıl anlatayım bilmiyorum ki. Bazı kusurlar vardır bunlar hoş görülebilir, ama bazıları da vardır ki bu kusurları görmezlikten gelmek felaket olur.”
“Söylediklerinden pek bir şey anlamadım.”
“Sana, ‘Git anneme sor,’ dedim, sen gitmedin. Kâinatı ve insanı yaratan Allah azze ve celle her şeyi en güzel şekilde yaratmıştır. İnsanın yaratılışı en güzel ve en mükemmel şekildedir. İster erkek olsun ister kadın olsun, her biri bir elmanın öbür yarısı gibi eksiktirler. Ancak eşlerini bulduklarında tam ve eksiksiz olurlar. Eşler de birbirlerinin kusur ve hatalarını telafi ederler. Erkek veya kadın tek başına eksiktir\noksandır. Ancak bir araya geldikleri zaman bir bütün olurlar.”
“Kısacası ben gidip arkadaşıma ne diyeyim?”
“Düşünmemesini söyle. Hissettiği şeyin bir heves olduğunu ve sevginin birden bire ortaya çıkmadığını, bunun için belli bir zamanın geçmesi gerektiğini söyle. Sevgi her insan için vazgeçilmez bir şeydir. Sizin yaşınızda olanların başlarına gelen en güzel şey sevmek duygusudur. Sevgi bir geçiş, bir merhaledir. Bunu atlatacaktır. Kendisine biraz zaman tanısın, de.”
“Ya hissettiği şey üzerinde senin dediğin gibi belli bir zaman geçmişse, o zaman ne yapacak?”
“O zaman da yapacağı tek şey yine düşünmemesi olacaktır. Henüz genç olduğunuz için hissettiği şey de gençtir. Yani sevgisi de bir fidan gibidir. Onu kalbinden söküp atmak istiyorsa bunda fazla zorlanacağını zannetmem.”
Ayten, ablasıyla yaptığı sohbetin ardından kendisine teşekkür edip yatmaya çalıştı. Gözlerini kapasa da uykusu yoktu. Ablasının söylediklerini düşünüp durdu. Hissettiği şeyin ne olduğuna bir türlü anlam veremiyordu. Bir heves, geçici bir şey olması için dua etti. Dua ettiği anda bile aklında Halit vardı. Onunla birlikte okul yolundaki sohbetleri ve onu gördüğü zamanlar kalbinde hissettiklerini düşündü. Bunun bir sevgi olmasından çok korktu. Ablasının sevgi hakkında söylediklerini düşündü. “Acaba bu sevgiyi kalbimde büyütmüş olabilir miyim?” diye düşündü. Bu düşünce hepten uykularını kaçırdı. Halit’i düşünmek istemediği halde Halit’in silueti gözlerinin önünde canlanıyordu. Bunda hafiften bir zevk aldığını kendisine itiraf etmekten korksa da Halit’in siluetini görmek hoşuna gidiyordu. Bunda tarifini yapmakta zorlandığı bir güzellik de vardı. O an için ablasının ne konuştuğunu bile unutmuştu. Düşündüğü tek şey Halit olmuştu. Düşündüklerinden ne kadar kaçsa da bir türlü Halit’in silueti gözlerinin önünden gitmiyordu.
Düşüncelerinden kurtulmak için çırpındıkça daha fazla dalıyor Halit’le ilgili aklına gelmeyen anıları gözlerinin önünde bir film şeridi gibi geçiyordu. Bunları düşündükçe kalbinin atışlarının hızlandığını hissetti. Kalp sesini duyabiliyordu. Bir an için ablasının hızlı atan kalbinin çıkardığı sesi duyabileceği aklına geldi. Çok utandı. Öyle ki yüzü iyice kızarmıştı. Yorganını başının üzerine çekip aklıselimle düşünmeye çalıştı. Çırpınmaya devam etmenin boşuna olduğunu anladı. Yapması gerekenin ne olduğunu bilmemenin çaresizliği içinde gözlerini kapayıp sakinleşmek için çalışıp durdu. Yaşadıklarını veya hissettiği şeyleri bir kenara bıraktı. Kalp atışları şimdi biraz daha sakinleşmişti. Yaşadıklarının pişmanlığı ile yatağında uzanmış olarak içinden geldiği gibi Rabbine yakardı.
“Ya Rab! İçimde hissettiğim bu şey nedir? Yoksa aşk dedikleri böyle bir şey midir? Ben âşık mıyım? Hayır Rabbim! Beni böyle bir imtihan ile imtihan etme! Halit’i her gördüğümde kalbimin hızlı çarpması, heyecanlanmam, nefes alıp vermelerimin hızlanması… Yalvarırım Rabbim bunların sebebi aşk olmasın? Hayır, Allah’ım hayır. Bana yardım et!
Ey kalpleri halden hale değiştiren Allah’ım, kalbimi dinin üzere sabit kıl! Ey kalplerin iki parmağı arasında olan Rabbim! Onları dilediği şekilde evirip çeviren yalnız Sensin. Ne olur bu aciz ve günahkâr kulunun kalbini kendine çevir. Ben Sana aşığım. Senin için varım. Varlığım da yokluğum da Senindir. Bu can ve ruh Sana fedadır. Senin sevginle atan kalbime Senden başkasının girmesine izin verme. Çek al bendeki beni. Senin dışında neyim varsa sök at Rabbim! Kalbimi yalnız kendi aşkınla doldur. Senin varlığın bana yeter, başka dost istemem.
Senden başkasına ihtiyacım yok. Sen varsın ya, bu bana yeter. Beni Sen yarattın. Beni benden bile daha iyi bilen ve tanıyan yalnız Sensin. Kalbimde gizli tuttuğum şeyi de yalnız Sen biliyorsun. Sen ki gizlinin gizlisini de bilirsin. Ben ki Senin aciz ve zayıf bir kulunum. Kalbime dahi söz geçiremeyecek kadar aciz ve çaresizim.
Ne olur Rabbim! Kirlenmiş olan şu kalbimi tüm kirlerden temizle. Senin sevgine layık bir yer kıl sahip olduğum bu et parçasını. Senin varlığınla kalbimin bir anlamı olur. Sensiz bir kalbi ben ne yapayım Rabbim. Ben yalnız Sende fena olmak istiyorum. Sende kaybolmak ve Senin uğrunda yok olmak istiyorum. Beni kendi yoluna ilet. Senden başkasının kalbime girmesine müsaade etme. Yalnızlığımı nurunla gider. Beni başka kullarının eline bırakma ey Vedud olan Allah’ım!
Çaresizliğimin çaresi yalnız Sensin. Yalnız Senin ismin anıldığında çarpsın kalbim, kesilsin nefesim. Yalnız Senin ismin anıldığında kendimden geçeyim. Aşkınla cezbeye gelip seni her ortamda anayım. Varlığım Sen, yokluğum Sen ol. Yaşamımın sebebi Sen olduğun gibi, ölümümün Sebebi de yine Sen ol. Nefes alışım Sen, kalbimin çarpması Sen, sözlerim hep Sen olsun. Kalbim Senin zikrinle atsın. Senden gayrısını istemem Rabbim. Her durumda yardımcım yalnız ve yalnız Sensin ya Erhamu-r Rahimin!
Bir düş içinde geçiyor ömrüm
Varlığım Sen, yokluğum hep Sen ol.
Yaşadığım bu hayatta
Sevincim Sen, kederim hep Sen ol.”