
Farklı Hayatlar-5.Bölüm
5. BÖLÜM
Şahinbey mahallesindeki virane eve taşınmanın üzerinden beş yıl geçmişti. İyisiyle kötüsüyle geçen günler hayatın bir gerçeğiydi. İlerisi için düşünülen hayaller yaşamın bir parçası olsa da aslında Sefa için geçen süre zarfında değişen bir şey olmamıştı. Sefa günlük rutine bağlanmış bir şekilde işten eve evden işe gidip durmuştu. Zümra içinde hayat rutine bağlanmış olsa da o bir anne olarak çocuklarıyla ilgilenme dışında komşularla kurduğu dostluğun, muhabbetin, arkadaşlığın tadının çıkarıyordu. Hayatta bunlar kadar değerli bir başka şey yoktu zaten. Hele çocuklar... Onlar Zümra’nın cenneti gibiydiler. Çocuklarıyla birlikte geçirdiği vakitlerden aldığı tat ve hazzı bir başka şeyde bulamıyordu.
Hayat rutin akışında akıp giderken çoğu zaman vaktin nasıl geçtiğinin farkına bile varmıyoruz. Zümra ve Sefa’nın çocukları İbrahim Hanefi büyümüş yerinde durmayan bir afacan olmuştu. Neşeli, yaramaz ve sevecenliği ile dikkatleri üzerine çekene tombik bir çocuk olmuştu. Evin içinde annesini peşinden koşturup duruyordu. Zümra günün çoğunu oğlu ile ilgilenmeye ayırmıştı. Fırsat buldukça mahalledeki arkadaşlarına gitse de İbrahim Hanefi onun vaktinin çoğunu alıyordu. Bazen dört duvar arasında bunaldığında kendisini dışarıya atıp temiz bir hava alarak tekrar hayata dönüyordu.
Aynı şeyler olmasa da Sefa’nın hayatında da farklı bir şey yoktu. Her şey yolundaymış gibi davransa da öyle olmadığını biliyordu. Yanlış giden bir şeylerin olduğunu hissediyordu. Eskisi gibi problemleri artık kafasına takmıyordu. Kendisini hayatın akışına bırakmıştı. Su akar yolunu bulur misali o da yolunu bulmuştu. Eskisinden daha fazla çalışıyordu. İnşaatların kapı, pencere ve doğrama gibi işlerini almaya başlamıştı. İbrahim Hanefi rızkıyla gelmiş olacak ki işleri yolunda gitmeye başlamıştı. Onun gelişinin ardından Sefa biraz daha hırs yaparak ailesine daha iyi bir hayat sunabilmek için çırpınıp durduğunun farkında değildi. Farkında olmadığı bir diğer şey hırsın onu sinirli biri haleni getirmiş olmasıydı. Bazı önemsiz şeylere çok çabuk kızabiliyordu artık. Öfkelendiğinde, bağırıp çağırma gibi kötü bir huy edinmişti.
Bir zamanlar yaşadığı aydınlanmayı da unutmuşa benziyordu. Yoksa o günleri unutmuş muydu? Çünkü yaşantısında aydınlandığına dair tüm emareler yok olup gitmişti. Sanki o aydınlanma hiç yaşanmamış gibi davranıyordu. Yaşamında aydınlandığına dair hiçbir emare kalmamıştı. Dünyaya daldıkça dünya onu içine çekip durmuştu. Para kazanma hırsı gözlerini kör edemese de kalp gözünü köreltmişti. Daha çok para kazanma uğruna hiç olmadık sözler vermek onun rutinleri arasına girmişti. Ne zaman yerine getiremeyeceği bir söz verse vicdanı rahatsızlık duymaya başlıyordu. Sızlayan vicdanını susturmanın yolunu da öğrenmiş olacak ki yaptığından bir türlü vazgeçmiyordu.
Yaptığı işten fazla para kazanmak için bir bahane bile bulmuştu. Her zaman da bahanesi hazırdı. Haksız kazanç için “Aldığım paraya ancak böyle bir malzemeyi karşılar” deyip vicdanını susturmayı başarıyordu.
Yanlış yola saptığı ilk zamanlarda vicdanı onu uyarmaya çalıştıysa da daha sonraki günlerde vicdanının sesini kesmeyi başardı. Artık yanlış bir iş yaptığında vicdanı onu uyarmıyordu. Vicdanı sustuktan sonra hepten yalnız kaldı. Artık her istediğini yapabilme özgürlüğüne sahipmiş gibi davranıyordu. Helal ve haram konusunda da hassasiyetini kaybetmiş ihmalkar davranıyordu.
Zümra’nın “İşin ve kazancımla ilgili bana bir şey söyleme” sözü de elini güçlendirmişti. Kazancıyla ilgili kimseye hesap vermek zorunda değildi. Eğer Zümra, Sefa’nın kazancını nasıl kazandığını bilseydi büyük ihtimalle buna izin vermezdi. Sefa’nın yanlış bir yola girmesine engel olmaya çalışırdı. Ama onun son yıllarda ilgilendiği tek şey neredeyse oğlu İbrahim Hanefi olmuştu. Olup bitenin farkında değildi.
Oğlu için neye ihtiyacı olsa Sefa’dan istiyordu. Sefa’da oğlu için elinden geleni yapmaktan kaçınmıyordu. İbrahim Hanefi’nin şimdiden güzel bir odası ve bir sürü oyuncağı vardı. İlgi ve sevgiyle büyüyordu. Anne ve baba sevgisinden doyasıya içiyordu. Onlara ihtiyacı olduğu zamanlarda yanı başında her daim hazır ve nazırdılar.
Bu virane evde üç kişilik sevimli ve mutlu bir çekirdek aile olmayı başarmıştılar. Uzun süreden beri Sefa’nın bir ev alma hayali vardı. Nihayet beş yıl sonra hayalini kurduğu bir ev satın alabilecek kadar birikim yapmayı başarmıştı.
Her şeyi ailesi için yaptığını söyleyen Sefa artık oturduğu bu varoş mahallesinden taşınmaya hazırdı. Ailesini daha iyi bir muhite götürmek için birkaç yere bakıp oradaki evlerin satış fiyatını araştırmıştı bile. İçinden bir ses Zümra’ya sürpriz yapmasını söylese de öyle yapmadı. Zümra’nın daha çok vakit geçireceği evi ve muhiti kendisinin seçmesinin daha iyi olacağına karar verdi. Bir zamanlar Zümra’sına verdiği sözü yerine getireceği için yüzü gülüyordu. Beş yıl sonra bile olsa Zümra’sını daha iyi bir yerde yaşatma sözünü gerçekleştirmek üzereydi.
Sefa sevincini içinde yaşasa da yüzündeki tebessüm mutlu olduğunu ele veriyordu. Eve dönerken minik oğlu ve Zümra’sı için aldığı hediyelerle onların da sevincine ortak olmasını istedi. Keyfi yerindeydi. Ev alma hayallerinin gençleşecek olmasından dolayı Zümra’nın ne kadar sevineceğini hayal ettikçe yüzündeki tebessüm artıyordu. Hayat arkadaşının sevinçten boynuna sarılacağını düşündükçe sevinci artıyordu. Uzun süredir kurduğu hayaline çok yaklaşmış olmanın verdiği mutluluk hissene kapılmıştı.
Eve vardığında yüzündeki sevinci fark eden Zümra’nın da yüzünde gayri ihtiyari bir sevin kapladı. Sefa’nın mutluluğuyla mutlu olmasını biliyordu. Akşam yemeğinin ardından İbrahim Hanefi oyuncaklarıyla oynarken Sefa heyecan içinde vereceği müjdeyi düşünüyordu. Zümra hazırladığı çayı getirip Sefa’ya ikram etti. Sefa büyük haberi vermek için sabırsızlanıyordu. Zümra’nın sevinçten havalara uçacağını dahi düşünmüştü. İçinde tuttuğu bu sır dışarı çıkmak için ondan daha çok sabırsızlanıyordu. İçinde tuttuğu sürprizi daha fazla tutamayacağını anlayınca “Hayatım” diye Zümra’ya seslendi. Bu güzel hitap karşısında Zümra dikkat kesildi. Belli ki peşinden Sefa’nın söylemek istediği önemli bir şey gelecekti. “Sana güzel bir sürprizim var” dediğinde tam da tahmin ettiği gibi Zümra’nın zeytin siyahı gözleri büyümüş, tebessümle Sefa’nın ne diyeceğini bekliyordu. “Bir an önce ne söyleyecekse söylesin” der gibi Sefa’ya odaklanan zeytin gözlerinin içi gülüyordu. “Yarın ilk işimiz seninle birlikte gidip iyi bir muhitte güzel bir daire almak olacak” dediğinde Zümra ne diyeceğini bilemedi. Şaşkınlık içindeydi. Sevinmesi gerekirken sevinemiyordu. Kulakları onu yanıltmıyorsa Sefa’nın söylediği şey onun için hayalden de öte bir şeydi. Gerçekleşmeyeceğini düşündüğü bu hayalinden vazgeçeli yıllar oluyordu. Nedense kendisini hayal kırıklığına uğramış gibi hissetti. Ne diyeceğini, nasıl tepki vereceğini bilemedi. Duyduğu şeyin hayalini yıllar önce terk etmişti. Belki bu yüzden böyle bir şey beklemiyordu. Sevinmek istese de sevinememesinin nedeni belki de buydu. Unuttuğu hayali şimdi dile gelmiş gerçekleşmek için ondan izin istiyordu. Yoksa bu da başka bir hayal miydi?
Sefa söylediği sürprizin ardından eşine baktı, henüz beklediği gibi bir tepkiye şahit olmadığı için şaşkındı. Oysa söylediği sürprizi duyduğunda Zümra’nın sevinçle boynuna sarılıp teşekkür edeceğini düşünmüştü. Öyle olmadığı gibi ne olduğunu bile anlamadı. Zümra karşısında sağır ve dilsiz gibi öylece durup ona bakıp donmuş kalmıştı. Yoksa şok mu geçiriyordu?
“Ne oldu sevinmedin mi?” diye sorma gereği duydu. Bunu duyan Zümra daldığı düşüncelerden sıyrılıp kendine geldi. Hala duyduğu şeyi düşünüyordu. “Sefa’nın sürprizi çok güzel, ama neden buna sevinemiyorum?” kendi kendine sordu. Neden böyle duygulara kapandığını kendisi de çözememişti.
Ne olduysa birden “Ev alacak paramız var mı?” diye sorabildi. Sefa “Beş yıldır durmadan çalışıyorum. Seni bu varoş mahalleden kurtarmak için uzun süredir birikim yapıyorum” dediğinde Zümra’nın yüzünde halen neşe emaresi görünmüyordu. Zümra’nın yaşadığı şoku normal karşılayan Sefa Zümra’nın beklemediği bir haber karşısında normal bir tepki verdiğini düşünerek yine vicdanının sesini bastırmayı başardı.
Zümra’nın vicdanı hala ölmemiş, diriydi. Sefa’nın söylediklerine inansa da içinde oturmamış bazı şüpheler kulağına fısıldamaya başlamışlardı bile. Beş yıl az bir süre olmasa da Sefa’nın bir ev satın alacak kadar para kazanmış olması aklına yatmıyordu. Bunu Sefa’ya nasıl soracağını da bilmiyordu. Yanlış anlaşılacak bir şey söylemekten de çekiniyordu. Sefa’yı tanıyordu ona güvenmediği hissini verdiği takdirde Sefa’nın nasıl incineceğini çok iyi biliyordu. Onun kalbini kırmadan kafasının içindeki şüpheli soruların yanıtını alması gerektiğini biliyordu. Hassas bir konu olduğunun farkındaydı. Daha fazla lafı eveleyip gevelemeden “Satın alacağın evin parasında haram yoktur değil mi?” diye olduğu gibi sorduğunda Sefa’nın buna nasıl bir tepki vereceğini merak ediyordu. Ama bunu sormasaydı aklındaki bu şüphe onu kemirip bitirirdi.
Şok olma sırası Sefa’daydı. Birçok şey bekliyordu, ama böyle bir tepki ve soru beklemiyordu. Şaşkındı. Zümra’nın sorduğu soruya “Yok öyle bir şey” deyip onu kandırabilirdi. Her şey yolundaymış gibi yaparak vicdanının sesini susturduğu gibi Zümra’sını da susturabilirdi. O an zihninde bir film şeridi gibi geçen müşterileri ve yaptığı işleri hatırladı. O kadar çoktular ki şeridi yarıda kesmek zorunda kaldı. Dili “Her kazancım helaldir” demek istese de ne var ki yıllarca susturup bastırdığı vicdanı Zümra’nın sorusuyla tekrar canlanıp karşısına dikilmişti. Yıllarca bastırılmış olmanın verdiği öfkeyle tüm hakikati olduğu gibi Sefa’nın kulağına haykırıyordu. Sefa zihninde geçen soruları ve vicdanının sesini susturabilirse işleri yoluna sokacağını düşünüyordu. Ama vicdanı bir defa uyanmıştı. Artık susmak ve bastırılmak istemiyordu. Vicdanı biliyordu ki bugün bir kez daha susarsa bundan sonra asla konuşma imkanı bulamayacağından emindi.
Sefa Zümra’nın sorusuna hala cevap verebilmiş değildi. Ne söyleyeceğini hala düşünüyordu. Zümra, Sefa’nın tereddüt yaşadığını anlayınca “Bak eğer satın alacağın evin parası helal değilse istemem” diyerek sorusunu tekrar etti. Ardından “Ben senin köhne dediğin bu yerde mutluyum” diyerek konuşmasını sürdürdü. Sefa daha fazla dayanamayıp “Kazandığım paranın hesabına mı soruyorsun?” dediğinde sesine hiddet ve öfke hakimdi. Zümra yaptığının yanlış olduğunu düşünüp pişmanlık duydu. Korktuğu şeyin başına geldiğinden üzüntü duymaya başladı. Ondan özür dilemek ve kendisini affetmesi için yalvarmaya hazırdı. Sefa’ya haksızlık yaptığını düşündüğünden “Sana sadece bu kadar kısa sürede ev satın alacağın parayı kazanman biraz zor gibi geldi bana, özür dilerim. İstemeyerek de olsa seni kırıldım galiba” dediğinde Sefa hala öfkeliydi. Zümra söyledikleri için pişman olmuştu olmasına, ama ya vicdanı... Vicdan bir türlü susmuyordu. Kafasının içinde ona yaptığı yanlışlıkları haykırıp duruyordu. Vicdanı bir türlü onu rahat bırakmıyordu. Şimdiye dek köşe bucak ondan kaçmayı başarmıştı. Şimdi ise yakasını ondan kurtaramıyordu.
Zümra’yı susturduğu gibi vicdanını susturamıyordu. Ne halt ettiğini bilen vicdanı susmak nedir bilmiyordu. Gerçekleri ve hakkı haykırıp onu huzursuz etmeyi başarmıştı.
Vicdanı onu en zayıf yerinden vurmaya devam ediyordu “Şimdi Zümra’yı kandırırsan ve yarın yaptıkların ortaya çıkarsa sevdiğinin yüzüne nasıl bakarsın?” diye haykırıyordu. Sefa iç aleminde verdiği bu savaştan nasıl galip çıkacağını düşünüyordu. “Kazandığım paranın hesabını sana verecek değilim” diye Zümra’ya sesini gür çıkardığı gibi vicdanına çıkaramıyordu. Bağırmak, sesini yükseltmek her ne kadar suçlu kişinin özelliği olsa da o an Zümra bunları düşünmemişti.
Sefa’nın moralinin bozulduğunu görünce eşini kırdığı için kendisine kızdı. Eşinin gönlünü almak için “Senin kazancını sorgulamıyorum. Sana her zaman güvendim. Sadece sana haram bir lokma istemediğimi söylüyorum” diyerek aralarındaki buzların erimesini istedi. Sefa’nın ise sakinleşeceği yoktu. Zümra’nın her söylediği söz bir ok olup yüreğine saplanıyormuşçasına acı çekmeye başlamıştı. İçindeki acıyı bastırabilmek için bağırıyordu, yüksek sesle kabahatini bastırmaya çalışıyordu. Hala “Ben sana iyi bir hayat sunabilmek için eşek gibi çalışıp durdum. Seni mutlu etmek ve sana bir zamanlar söz verdiğim iyi bir hayatı yaşatmak için bunca yıl didindim durdum. Anladım ki sen buna değmezsin” dediğinde ağzından çıkanları kulağı duyduğu an söylediklerinden dolayı pişman olsa da cümleler bir kez ağzından çıkmıştı. Onları bir daha yerine koyamayacağını anladı. Her ne kadar söylediği sözler onun kalbindekilerini yansıtmasa da Zümra’nın onun kalbini bilmesine imkan yoktu. Zümra evlendiği günden bu yana ilk kez Sefa’dan böylesine ağır bir söz işitiyordu. Duyduğu söz kalbini parçalamaya yetmişti. Gözyaşları içinde “Eğer böyle düşünüyorsan boşa beni” diyerek Sefa’ya tepkisini gösterdi.
O da bu cümleleri öfke ve kızgınlıkla söylemişti. “İnsan öfkelenince akıl ondan ayrılırmış” dedikleri gibi akıl şu an her ikisinde de yoktu. Akıl yerine öfke ve kızgınlık vardı. Cümleler ruh hallerini yansıtır cinsten öfke ve kızgınlık ifade ediyorlardı. Zümra’nın sarf ettiği sözden sonra İncinme sırası Sefa’ya gelmişti “Ne demek boşanma...” Bunca yıl bir kez bile aklına getirmediği bir şeyi nasıl olurda en mutlu olduğu anda duyduğuna inanamadı. “Ne ara bu hale geldik anlamadım” diye düşünmeye başlamıştı bile. Akıl devre dışı kalmış öfke dili devreye girmişti. Birbirlerini üzmek, kırmak için kendilerine ait olmayan bir dili kullanmaya başlamışlardı. Bu akşam ne Sefa, Sefa’ydı ne Zümra, Zümra’ydı. Sanki birbirlerini hiç sevmeyen iki düşmanın karşılıklı atışması yaşanıyordu. Bir anda birbirlerine yabancılaşmış iki karı koca olmuşlardı. Güzel giden evlilikleri bir anda boşanma aşamasına gelmişti.
Sefa duyduğu boşanma kelimesinden sonra durması gerektiğini anladı. Aksi takdirde bu işin gidişatının iyi olmadığını görmeye başladı. Ne olduysa o anda yapılabilecek en akıllıca şeyi yaptı ve kendini evden dışarı attı. Öfkesi ve siniri hala devam etse de daha fazla Zümra’nın kalbini kırmadan bir hışımla evden dışarıya çıkmayı başardı. Kapı eşiğine geldiğinde dönüp kapalı kapıya baktı. Bir zamanlar Zümra’sının kendisine söylediği güzel sözcükleri tekrar duyar gibi oldu. Yaptığı hatasını anlamış olsa da daha fazla kapı önünde durmayıp yürüyerek oradan uzaklaştı.
Yürümek ona iyi gelmişti. Aklı tekrar başına dönmüş olmalı ki yaşadıklarını bir kez daha gözlerinin önüne getirerek neler olduğunu anlamaya çalıştı. Temiz hava sinirlerine ve öfkesine iyi gelmişti. Beynine oksijen gittikçe daha iyi düşünmeye başladı. Evlendikleri günden bugüne kadar aralarında ufak tefek tartışmalar yaşanmış olmasına rağmen hiçbiri işi bu denli büyütüp boşanma seviyesine getirmemişti.
Tartıştıkları zaman her ikisi de birbirlerinden özür dileyip konuyu kapatıp işi tatlıya bağlıyorlardı. Bu seferki başkaydı hem de ortada ciddi bir sorun yokken geldikleri nokta tehlikeli bir boyuta ulaşmıştı.
Sefa evden çıktıktan sonra Zümra, İbrahim Hanefi ye sarılıp hıçkırıklara boğularak ağlamaya başladı. Yaşadığı şey yüzünden duygusallığı artmıştı. Sefa’nın söylediklerini ve kendi söylediklerini düşündükçe gözlerinden sicim sicim yanaklarından aşağıya yaşlar iniyordu. Akan gözyaşlarını silmesi gereken Sefa yanında yoktu. Küçük İbrahim Hanefi sanki annesini teselli edercesine minik elleriyle annesinin gözyaşlarını silmeye çalışıyordu. Olan bitenden habersiz masum çocuk annesinin hoşuna gidecek hareketler yaparak ağlayan annesini bir zamanlar kendisini güldürdüğü gibi güldürmeye çalışıyordu. Zümra bir yandan ağlıyor bir yandan da oğlunun yaptığı şirinlikleri gülüyordu. “Boşuna kadınlar anlaşılmaz varlıklardır” dememişler. Aynı anda hem acıyı hem de sevinci yaşaya bilen istisnai varlıklardılar. Bunu ancak bir kadın başarabilirdi.
Sefa kendini dışarıya attığından beri Şahinbey sokaklarında şuursuzca yürümeye başlamıştı. Ayaklarının onu nereye götürdüğünün farkında değildi. Karanlıkta kaybolmaya çalışıyordu. O an yer yarılsaydı yerin dibine bile girmeye hazırdı. Işıktan kaçar gibi bir hali vardı. Sanki içindeki utancı yüzüne vurmuş gibi hissediyordu. Kimsenin utancını görmesini istemiyordu. Ayakları onu bir bilinmezliğe doğru sürüklerken bir yandan da olanları düşünüyordu. İşlerin bir anda bu duruma gelmesinde en büyük hata payının kendisinde olduğunu biliyordu. Ne var ki her ne olursa olsun boşanma kelimesinin telaffuz edilmesini hazmedemiyordu. “Boşanma” kelimesi evli çiftler arasında yasaklı bir kelimeydi. Ortada çok ciddi bir sorun yokken bu kelimeyi şakasına bile ağızlarına almazlardı. Bu da dünya evine girmiş olanların yazılı olmayan bir kuralıydı.
Sefa’nın aklını kurcalayan “Yıllardır ilmik ilmik dokuduğumuz bu güzel birlikteliğin bir örümcek ağı gibi zayıf oluşuna inanamıyorum” fısıltısıydı. Zümra’dan birçok şeyi beklerdi de böylesine bir şeyi beklemiyordu. Hiç hesap etmediği bir yerden darbe almıştı. Bunca yıl sevgi, emek ve fedakarlıkla oluşturdukları ailenin temelinin bir anda sarsılması gibi o da sarsılmıştı. Sevginin karşılığının böyle olmaması gerektiğini düşünüyordu. Ancak bir türlü içinden çıkamadığı bir girdaptaymış gibi yüzeye çıkmak için çırpınıyordu. Eğer yapabilseydi bugünü geri alır hiç yaşanmamışçasına kapatırdı. Ama bu şimdilik mümkün görünmüyordu. Hayat böyle beğenmediğini yapboz tahtasına benzemiyordu.
İçinde pişmanlık belirtilerinin yeşermesiyle birlikte sinirleri ve öfkesi yatışmaya başladı. Öfke ve sinirden kurtulunca aklına tekrar kavuştu. Akıl ve öfke iki zıt kutup gibidirler, birinin olduğu yerde diğeri durmazdı. Sefa yaptıklarını aklıselimle düşünmeye başladı. Zümra’yla aralarında geçen konuşmaları tekrar duyarcasına zihninden geçirip durdu. Zümra’nın sesi ile vicdanın sesinin aynı şeyleri söylediğini anladı. “Harama bulaşma” diye beynini patlatan vicdanının sesi tekrar kulaklarında yankılanınca irkildi ve içinde bir korku hissetti. “Sahi ne oldu da harama bulaştım” diye belki de ilk kez vicdanının sesine kulak vermeye başladı. “Ben ne ara bu kadar ileri gittim” diye düşünmeye başladı. Her şeyin sebebi bir türlü dizginle yemediği hırsı olduğunu anlayınca hırsını suçladı. Öyle ya suçlayacak ve yaşananların faturasını kesmesi gereken birini bulmalıydı. Çok uzakta değildi bu kurban “Evet” dedi “Bu hale düşmemin tek sebebi hırsımdır” diyerek teselli buldu. Hırsın kötü bir şey olduğunu biliyordu. Aklına bir Cuma hutbesinde İmamın “Hırs sebebi hasarettir” dediğini hatırladı. Gerçekten de hırs ziyanın, zararın ta kendisiydi. Bunu yaşayarak öğrenmişti. Sefa’yı düşünceler alıp götürürken gece vakti de bir hayli ilerlemişti. Eskisi gibi saf ve temiz Sefa olmayı, eski haline geri dönmeyi diledi. Bozulmamış halinin özlemini duydu. O zamanlar belki maddi olarak bir şeyi yoktu ama mutlu ve huzurlu olduğunu hatırladı. “Beni de yendin hayat” diye gayri ihtiyari bağırdı. Bağırdığını fark edince etrafına baktı, sesinin birileri tarafından duyulmasından çekindiği belliydi. O saatte kimselerin olmayışına sevinerek yoluna devam etti.
Yaşananları geri sarmanın mümkün olmadığının şuurunda olan Sefa işi düzeltmenin yollarını aramaya başladı. “Zümra’dan özür dilesem beni affeder mi?” diye düşündü. Zümra’yla barışmak için ilk adımın kendisinin atması gerektiğini kabul etti. Şimdiden ilerleme sağlamaya başlamıştı. Akıl birçok sorunu çözmek için şarttı. “Zümra özrümü karşılıksız bırakmaz?” diye olumlu düşünmeye çalışsa da içinde bir korku kırıntısı yok değildi.
Aradan kaç saat geçtiği halde Sefa’nın eve dönmemiş olması Zümra’yı korkutmaya başlamıştı. Sefa’nın eve dönmeyişini kötüye yormaya başlamış, kuruntulara kapılmıştı. O da Sefa gibi bu akşam yaşananlara bir anlam veremiyordu. Sefa’nın kendisinden bıktığını düşünüp hıçkırık içinde ağlamaya devam ediyordu. “Nasıl oldu da bunca zaman bunu fark etmedim” diyerek kendisine kızıp durdu. Sefa’nın başka birine kapılmış olma ihtimalini dahi düşündü. Sonra böyle saçma bir şey düşündüğü için pişman oldu. “Sefa öfkeli ve sinirli olabilir, ama beni asla aldatmaz” diyerek ona inanmayı seçti. Zihninde oluşan olumsuz sorulardan ve düşüncelerden kurtulmaya çalıştı. Ama düşünceler zihnini kemiren kurtçuklar gibiydiler bir defa zihne bulaştılar mı artık onu yer bitirirlerdi. Zümra her ne kadar Sefa’ya güvense de içinden bir ses “Ya başkası varsa?” diye söylenip ağlamaya devam etti. Sanki ağlamak için bir bahane arar gibiydi. Öyle ya erkeklere bu konuda asla güvenilmezdi, ama o Sefa’ya güveniyordu. Onu haklı çıkaran uzunca bir beraberlik ve hayat arkadaşlığı vardı. Yılların emeği vardı bu evlilikte. Birbirlerini sevdiklerine emindiler. Bu sevgi öyle bir günde bitecek, son bulacak bir şey değildi. Zümra bir yandan bunlara kafa yorarken öte yandan da gözü kapıda Sefa’nın çıkıp gelmesini bekliyordu. Gelmesi için içten bir yalvarış içindeydi. Hiçbir şey olmamış gibi gelip selam vermesini ve gönlünü almasını öyle çok istiyordu ki “Gönlümü almasa da olur, yeter ki gelsin” diye gözünü kapıdan ayırmıyordu. Evde karanlıklar içinde bir başına oturmuş umutla Sefa’nın gelmesini dilemekten başka elinden bir şey gelmiyordu. Akşamın ve karanlığın şerrinden, vesvese veren şeytanların üflemelerinden bir ve Yüce olan Allah’a sığındı. Zaten O’ndan başka hiç kimsenin kendisine yardımcı olamayacağını biliyordu.
Gece epey ilerlediği halde Sefa hala dönmemişti. Geçen saniyeler ve dakikalar Zümra’nın ömründen ömür tüketircesine yıpratıcı geçiyordu. Kendisini çok yalnız hissetmeye başladı. Uzun bir süreden sonra ilk kez bu akşam annesinin yanında olmasını, kucağında uyumayı çok istedi. İçinde bulunduğu durumun düşündüğü gibi kötü bir hadise olmadığıyla ilgili kendisine teselli verecek birine çok ihtiyaç vardı. Hissetti korku giderek tüm bedenini sarmaya başladı. Evin duvarları üzerine gelir gibi oluyordu. Sonra tüm gücüyle içinden gayri ihtiyari “Allah’ım yardım et” diye feryat etti. Sanki içindeki tüm kötülükleri bu feryatla dışarı atmışçasına kendisini çok rahatlamış hissetti. Nerden geldiğini bilmediği bir ferahlık ve genişlik hissetti. Ardından üzerine bir ağırlık çöktü ve göz kapakları kapanmaya başladı. Uyumamak için direniyordu. Sefa dönmeden, onun kapıdan içeriye girişini görmeden uyumak istemiyordu. Kapanan göz kapakları onu dinlemiyordu. Uyumamak için ne kadar direndiyse de sonunda göz kapaklarının kapanmalarına engel olamadı. Kanepenin üzerinde başını arkaya doğru uzatıp gözlerini kapattığı gibi uykuya daldı.
Dışarıdan gelen sabah ezanının sesiyle uyandığında Sefa’yı yanı başında kendisini seyrederken buldu. O kadar çok sevinmişti ki akşam yaşananları unutmuştu. Uykulu gözlerle “Geldin mi?” diye sorduğunda sesinde sevgi ve şefkat tınısı vardı. Her ikisinde de kızgınlıktan ve kırgınlıktan eser kalmamıştı. Uykunun insan üzerindeki etkisini henüz düşünmemiş olsa da uyku onu hem rahatlatmış hem de yumuşatmıştı, pamuk gibi etmişti. Sığındığı Rabbi yardım etmiş onu rahmet uykusuna daldırıp zihnindeki düşüncelerden kurtulmasını sağlamıştı.
“Sefa geldim buradayım” dediğin de hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyordu. Yaşanmışlıkların kolay kolay unutulmadığını gayet iyi biliyordu. Abdest alıp birlikte sabah namazlarını kıldılar. Ardından ellerini açıp Rablerine sessizce dualarını ettiler. Dualarını sesli dile getirmiş olsaydılar aynı şeyleri dilemiş olduklarını göreceklerdi. Hiç konuşmadan uyumaya gittiler. Sanki konuşsalar, suskunluklarını bozsalar yine tartışacaklarmış gibi sessizliklerini korumaya çalıştılar.
Zümra her zaman olduğu gibi Sefa'yı İşe yolcu etmek için erkenden kalkıp kahvaltı hazırladı. İbrahim Hanefi’nin yaramazlık yapıp babasını uyandırmaması için de ayrıca çaba gösteriyordu. “Bir eşin şefkati Allah’ın şefkatinin yansımasıdır” demişti büyüklerimiz. Bu sözün ne kadar doğru olduğunu görmek için Zümra’nın sergilediği davranışlara bakmak yeterliydi. Sefa’nın Kalkma vakti geldiğinde bu işi her zamanki gibi İbrahim Hanefi’ye verdi. “Hadi canım git babanı uyandır” demesiyle birlikte İbrahim Hanefi bağırarak babasının yanına koşarak üzerine atlayıp onu uyandırdı. Baba ve oğulun günün ilk saatlerinde ki bu muhabbeti görülmeye değerdi. Sefa, İbrahim Hanefi’yle oynar onunla boğuştuktan sonra kucağına alıp birlikte kahvaltı masasına otururlardı. Bugün de öyle oldu. Boğuşmanın ardından birlikte kahvaltı için masaya oturdular. Sefa kahvaltı masasına oturduktan sonra Zümra’sına her zaman olduğu gibi sevgi dolu bakışlarla bakıp güzel sözlerle eşini selamladı. Anlaşılan uyku ona da unutkanlık etkisi yapıp dün gece olanları geçici olarak hafızasından silmişti.
Zümra aynı sevgiyle karşılık verse de sesinde bir soğukluk olduğu Sefa’nın dikkatinden kaçmamıştı. Sefa buna aldırış etmedi. Neşesini bozmamaya çalıştı. Oğluyla şakalaşıp birlikte gülmeye devam ettiler. Bunu bilerek yaptığı belli oluyordu. Hareketlerindeki yapmacık davranışlar anlaşılsa da Zümra ortamın bozulmaması ve dün gece yaşananlara benzer bir hadisenin daha vuku bulmaması için hiç bir şey olmamış gibi davranmaya devam etti.
Kahvaltının ardından Sefa bir an evvel evden çıkmak istiyordu. Dün yaşananları hatırladıkça böyle bir şeyin tekrar etmemesi için evden uzaklaşmanın iyi bir fikir olacağını düşünüyordu. İşe gitmek için kapıya vardığında Zümra’yı da yanı başında kendisini uğurlamak için hazır buldu. Kapıdan çıkarken Zümra’nın zeytin siyahı gözlerine baktı. Kahverengi ve siyahın eşsiz buluşması tekrar gerçekleşmişti. Ayrılırken sanki birbirlerinin gözlerine hapsolmuşlardı. Sefa ayrılıp giderken Zümra bir süre onun arkasından baktı. İçinde bir rahatlama hissetti. Dün geceki kadar efkarlı ve korku duyamayışına şaşırdı. Her şeyin yolunda olduğuna eminmiş gibi içeriye girdi.
Yine İbrahim Hanefi’yle baş başa kalmıştı. Hemen ortalığı toparlayıp temizlik yaptı. İbrahim Hanefi’ye banyo yaptırdıktan oğluyla baş başa dışarı çıkama planları yaptı. Tam o sırada kapı zili art arda çalmaya başladı. Uzun ve sık çalınan zilden dolayı biraz telaşlandı. Hemen kapıya koşup açtı. Gelen Sultan’dı, telaşlı görünüyordu. Zümra “Hayırdır abla? Ne oldu?” deyince Sultan “İşini bırak hemen benimle gel” diye emrivaki yaptı. Zümra endişelenmiş olsa da o an Sultan’ın dediğini yapıp hazırlandı. İbrahim Hanife’yi alıp birlikte evden çıktılar. Sultan’ın arkasından peşi sıra onu izleyerek arka sokakta bir eve doğru gittiler. Bu ev tıpkı kendisinin evi gibi viraneye benziyordu. Yıkılmak üzereydi. Sultan açık olan kapıdan içeri girince Zümra da hemen arkasından içeri girdi. Zümra gördüğü manzara karşısında dili tutulmuşçasına şoka girmişti. Hatice’nin yerde serili olan yatağın yanında tanımadığı bir genç kızın başucunda oturmuş bir halde buldu. Hatice yer yatağında uzanmış olan genç kızın elini tutmuş onu teselli etmeye çalışıyordu. Sultan genç kızın kulağına “Sibel ne olursun inat etmeyi bırak ambulans çağırıp seni hastaneye götürelim” diye yalvardı. Acılar içinde yerde yatan Sibel ise “Hastaneye gidemem” diye tutturdu. Zümra acı çeken bu genç kızın neden hastaneye gitmek istemediğine bir anlam veremese de genç kızın doğum sancısı çektiğini anlayınca ona daha çok acımaya başladı. Doğurmak üzere olan Sibel’in neden hastaneye gitmek istemediğini merak etse de şimdilik bu merakını bir kenara bırakmak zorundaydı.
Sibel, Sultan’a bakıp “Ne olur abla yardım et” diye yalvaran gözlerle ona bakıyordu. Sultan “Başka çare mi bıraktın” diyerek sitem etse de Sibel’i o halde bir başına bırakacak kadar vicdansız değildi.
Sibel’e doğum yaptırmak için gidip ellerini yıkadıktan sonra geri döndü. Sibel’in doğum yapması için hazırlıklara başladı. Hatice ve Zümra’nın da bu işte kendisine yardımcı olmasını istedi. Sultan “Bismillah” deyip işe koyuldu. Zorlu, bir o kadar da çetin uğraşın ardından nihayet doğum gerçekleşti. Dünyaya gelen bebek sesi odanın içinde yankılanırken kadınlar hem sevindiler hem de üzüldüler. Sultan bebeği alıp temizledi. Sonra da Sibel’e “Allah sana melek gibi bir kız nasip etti. Gözün aydın olsun” diyerek onu müjdeledi. Kundağa sardığı bebeği annesinin kucağına bıraktı. Annesine yapışırcasına sarılan bebeği seyreden kadınlar bu mucize doğum karşısında duygulanmışlardı. Hatice ve Zümra, Sultan’a bu güzel meleğin doğuşuna vesile olduğu için onu tebrik ettiler. Ardından üçü birlikte Sibel’e ve masum bebeğine dua ettiler. Bir müddet daha anne ve bebeğin yanında kaldıktan sonra onları yalnız başlarına bırakıp oradan ayrıldılar.
Birlikte evlerine dönerken Sultan Zümra’yı ve Hatice’yi eve çay içmeye davet etti. Birlikte Sultan’ın evine geldiklerinde üzerinde konuşacakları konu belliydi. Sibel... Çayların gelmesiyle birlikte sohbette kendiliğinden açılıp koyulaştı. Zümra’nın şaşkınlığı ve durgun duruşu Sultan’ın dikkatini çekmişti. “Ne o hala şaşkınlığını üzerinden atabilmiş değilsin galiba” diyerek “Hayırdır neyin var?” diye sordu. Zümra aklını kurcalayan “Abla! Sibel neden hastaneye gitmek istemedi” diye sordu. Sultan’ın cevap vermesini beklemeden de “Hastaneye gitseydi belki de bu kadar acı çekmezdi” diye de ekledi.
Sultan Zümra’nın Sibel’in hikayesinden haberi olmadığını anladı. Yeri gelmişken ona bunu anlatmakta bir mahsur görmedi. Sultan “Sibel’in yaşı küçüktür” diye cevap verdi. Zümra “Nasıl yani yaşı küçük olanları hastane kabul etmiyorlar mı?” diye sordu. Sultan “Öyle değil. 18 yaşından küçük kızların evlenmesi yasak” deyince Zümra’nın şaşkınlığı daha da arttı. “Şimdi evlenme yaşına gelmiş bir kız 18 yaşından küçükse evlenmesi yasak mı yani?” diye sordu. Belli ki bu kuraldan haberi yokmuş. Sultan “Aynen öyle” dedi. Zümra bunu kabul etmek istemeyen bir itirazla “Ama bu nasıl olur? Bir erkek ve bir kız birbirlerini sevmişlerse ve ailelerinin rızası varsa da yine evlenemezler mi? Yuva kuramazlar mı?” diye hayretini belli etti. Sultan “Maalesef şu anda öyle bir kanun var. Devlet bunu fark ettiği takdirde kocayı hapse atıyor. Hem de tecavüzcü diye onu kötü bir şeyle de yaftalayarak bunu yapıyor” dediğinde Zümra kendi haline şükreder oldu. Sultan “Eğer Sibel doğumu hastanede yapsaydı oradaki işlemlerinde bu ortaya çıkardı. Doktorların Polise haber vermesinden korktuğu için de hastaneye gitmek istemiyordu. Sibel eşinin başına bir iş gelmesin diye hastaneye gitmek istemedi. Çocukları babasız büyümesin diye hastaneye gitmek yerine evde doğum yapmak istedi” diye anlatınca Zümra bu genç kıza hayran kaldı. Sevdiği birisi için acıya katlanan birini takdir etmekten başka ne yapılabilirdi ki...
Çay eşliğinde sürüp giden sohbet ve Sultan’ın anlattığı doğum hikayeleri ile biraz gülüp neşelendiler. Zümra’nın yüzü gülse de içi içini yiyordu. Sefa’yı düşünüyordu. Onu sevdiğini, tıpkı Sibel gibi eşi için her türlü fedakarlığa katlanabileceğini içten içe itiraf ediyordu. İşe dün yaşananlardan başlamak istiyordu söylenmiş sözleri incitici kelimeleri unutmaya, kaldıkları yerden devam etmeye hazırdı, bunu yapmaya hiç olmadığı kadar kararlıydı.
Sultan’ın yanından ayrıldığında kendi kendine aldığı bir takım kararları hiç vakit kaybetmeden hayata geçirmek için acele ediyordu. Bu akşam ilk işi sevgili eşine sevdiği yemeklerden birini yapacaktı. Hemen içli köfte için hazırlık yapmaya başladı. O bir yandan sevgiyle yemeğini hazırlarken öte yandan da akşam beraber sofraya oturduklarında ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Sevgi ve neşe içinde hazırladığı yemek ve sofra işi tamamlandığında içi kıpır kıpırdı. Kendisine de çekidüzen verdikten sonra Sefa’nın gelişini sabırsızlıkla beklemeye başladı.
Sefa dün yaşananları unutmak için kendini tam gün işe vermiş olsa da yine de zihninde dünkü sözleri ve anıları yok etmeyi başaramıyordu. O hala dün yaşananlara takılıp kalmıştı. Yaptığı hataları telafi etmek ve yine Zümra’yla eskisi gibi olmak istiyordu. Uzun zamandan beri gözlerini kör eden hırs hastalığından kurtulmak istiyordu. Tekrar eski ve saf haline dönmeyi arzulayıp durdu. Sevdiği eşi ve çocuğu vardı. Bunların dışında kalanın ise hiçbir kıymet ve değeri yoktu. Zümra’ya ev satın almak istemesi düşündüğü gibi mutluluk değil kavgaya neden olmuştu. Bundan sonra atacağı adımlara daha çok dikkat etmesi gerektiğini anlamış oldu. “Bir ev olsun nasıl alınırsa alınsın” düşüncesi çökmüştü.
Sefa akşam eve dönerken Zümra’sı için çiçekçiden bir demet çiçek aldı. Elinde tuttuğu güzel güllerden yapılmış bir demet çiçekle evin kapısında beklerken evlendiği ilk günün heyecanını tekrar yaşıyormuş hissetti. Bir yandan heyecanını bastırıp Zümra’ya söyleyecekleri sözleri zihninden tekrar edip özür dilemeye hazırlanırken öte yandan heyecanlı oluşunu belli ettirmemek için soğukkanlı görünmeye çalışıyordu. Kapı zilini çaldığında derin bir nefes aldı. Kapıyı açan Zümra karşısında mütebessim ve ilk günlerdeki gibi heyecanlı Sefa’yı görünce onu da bir sevinç sardı. Sefa içeri girer girmez “Yaşananlardan dolayı çok üzgünüm. Beni affedebilecek misin?” diye Zümra’dan özür dileyip elindeki gülleri ona uzattı. Zümra güllere bakınca duygulandı ve Sefa’nın boynuna sarıldı. Zümra ağlamaya başlamıştı. Aslında bu sevinç gözyaşlarıydı. Sefasını kaybetmemenin sevinç gözyaşları…
Dün yaşananlar unutulmuş iki sevgili tekrar kavuşmuşlardı. Sofraya oturup karşılıklı bakışıp gülüştüler. Zümra, Sefa’ya gün içinde yaşadıklarını, Sibel ve eşinin hikayesini heyecanla anlattı. O bunları anlatırken Sefa onu can kulağıyla dinliyordu. Sefa ve Zümra baş başa oturdukları sofrada o gün yeni bir başlangıç yaptılar. Evliliklerinin kıymetini anladılar. Yaşadıkları şey onlara birbirlerinin kıymetini bilmelerini öğretti.
Geçen günler ömür hazinesinden tükeniyordu. Öyle ya da böyle günler geçiyordu. Geçen bu günlerin kıymetini anlamak ve birbirlerini daha çok sevmek için o gün geç vakte kadar konuşup sohbet çay eşliğinde sohbet ettiler.
Eski hallerine geri döndükten sonra günler her zaman ki gibi akıp gitmeye devam etti. Ne var ki günler her zaman ki gibi olsa da bazı şeyler değişe biliyordu. Zümra bedenindeki değişikliği Sultan’a anlatınca Sultan “Kız sen hamilesin ya” diyerek sevinçle söyleyince Zümra şaşırmıştı. Sultan’ın verdiği bu habere çok sevinmişti. Sultan’ın koyduğu gebelik teşhisinden sonra yüzü gülmeye başladı. Bu haberi Sefa’yla paylaşmak için sabırsızlanmaya başladı.
Akşam Sefa eve geldiğinde onu kapıda karşılayıp içinde tuttuğu sevinçli haberi ona verince Sefa’nın nasıl bir tepki vereceğini merakla bekledi. Sefa ikinci çocuğunun olacağının müjdesini aldığında çok sevindi. Zümra’nın alnından öptükten sonra “Uzun süreden beri aldığım en güzel haber” diyerek sevincini dile getirdi. İbrahim Hanefi’yi görünce de “Oğlum İbo! Sana kardeş geliyor” diyerek oğlunu da sevincine ortak etti.
Zamanı durdurmak mümkün olsaydı acaba hangi anımızda kalmak isterdik? En çok rahat ettiğimiz anne rahminde mi yoksa çocukluk yıllarımızda mı? Zümra ve Sefa’nın yeni doğacak bebekleri dünyaya gözlerini açmak için sabırsızlandığını belli ettirmek için anne karnında durmadan hareket edip duruyordu. Belli ki acelesi vardı. İlk çocuğuna göre Zümra çok daha rahattı. Sibel aklına gelince de hüzünlendi.
Zümra’nın doğum vakti geldiğinde Sefa onu hiç vakit kaybetmeden hastaneye kaldırmıştı. Kısa bir süre sonra dünyaya gelen minik yavrucak orada bulunanlara gelişini haber verircesine gür bir sesle ağlamaya başladı. Zümra’nın annesi ve kayınvalidesi haberi alır almaz hastaneye koşmuşlardı, ama onlar yetişene kadar çocuk dünyaya gelmişti bile. Sefa yeni doğan kızını kucağına alıp “Hoş geldin güzel yavrum, Semanur'um” diyerek adını söyleyerek onu öpüp bağrına bastı. Semanur sanki ismini biliyormuşçasına babasına tebessüm ederek karşılık vermişti. Sefa, Semanur’un gözlerinde gördüğü saflığa hayran kaldı. Semanur ve annesini hastaneden alıp eve döndüğünde Semanur’un saflığı ve masumiyet kokusu onu etkilemişe benziyordu. Sevinçli olmasına rağmen vicdan azabı çekiyordu. İbrahim Hanefi’de yaptığı hatayı yapmak istemiyordu. Vicdanı yine dile gelip “Bu çocuğun ağzından haram lokma mı geçireceksin?” diye fısıldamaya başlamıştı bile.
Allah’a İsyan içinde şükredemezdi. Eve varır varmaz çocuklarını ve annelerini eve bırakıp “Biraz işim var” diyerek Zümra’dan müsaade isteyip evden ayrıldığı gibi soluğu Şirvan’i camiinde aldı. Abdest alıp iki rekat Şükür namazı kıldıktan sonra ellerini Rabbine açıp gözyaşları içinde yalvarmaya başladı. Yaptığı hataları ve pişmanlıkları mırıldanıp Rabbinden affını istedi. Yaptıklarından dolayı o kadar çok nedamet duyuyordu ki akıttığı gözyaşları onun şahidiydi olmuştu. Gözyaşları aktıkça kirlenmiş kalbi ve ruhu kirlerden arınıp temizleniyordu. Camiden çıktığında kapı önünde bekleyen dilencilere biraz sadaka verdi. Yıllar önce burada yaşadığı bir olayı hatırladı. “Acaba şimdi ne yapıyor? Burada olsaydı ona yine yardım ederdim” diye içinden geçirdi. Ayakları onu evine doğru sürüklerken aklında ailesi vardı. Onlar için her şeyi yapmaya kararlıydı. Ama doğru ve helal yoldan olması için elinden geleni yapmaya karar vermişti. Eve vardığında daha önce biriktirmiş olduğu paranın dörtte birini ayırıp Zümra’ya verdi “Bunları mahalledeki fakir fukaraya dağıt” dedi. Zümra itiraz etmedi. Semanur’un doğumu ve sağlıklı dünyaya gelişi için yapılan bir şükür olarak düşündü.
Oysa Sefa içini kemirip duran şüpheli paradan arınmak istiyordu. O yüzden paranın bir miktarını alıp geri kalanından kurtulmak istiyordu. Sefa sabah işe gitmek için evden ayrıldı. İş yerine varır varmaz hemen işe koyulmuş bir an önce müteahhidin istediği mobilyaları yetiştirmek için çalışmaya başlamıştı. Çalışırken işin hakkını veriyordu. Bundan sonra her ne pahasına olursa olsun daha fazla kazanmak için hile hurdaya başvurmama yemin etti. Hatta daha da ileri giderek son işini teslim ettikten sonra çalıştığı sektörden de ayrılmaya niyetlendi. İnsanlara daha çok yardımcı olacak bir iş bulup çalışmaya karar verdi. “Allah için yaptığın sana kardır” düsturuna sarılmak istiyordu. Az kazanmak da çok kazanmak da Allah’ın takdirinden başka bir şey değildi bunu anlamış oldu.
Semanur’a ayrı bir ilgisi ve sevgisi oluşmuştu. Onu Allah’ın kalbini gafletten uyandıran ayeti olarak görüyordu. Bu dünyaya gelişiyle Sefa’nın tekrar bir aydınlanma yaşaması bir olmuştu. O Allah’ın ona gösterdiği bir burhanıydı. Sefa “Rabbim! Sana binlerce kez şükürler olsun” diyerek minnettarlığını göstermeye çalışmıştı.
Sefa müteahhitten aldığı işi bitirip teslim ettikten sonra kendisine yeni bir iş bakmaya başladı. Zümra her zamanki “Neden böyle bir karar aldın” diye eşine sormuyordu. Ona güvenmekle yetiniyordu. Sadece yanında olduğunu hissetmek ile yetiniyor ona olan güvenini dile getiriyordu. 2 hafta sonra Sefa için müjdeli haber geldi. Hatice’nin eşi Süleyman çalıştığı şirkette elemana ihtiyaç olduğunu söylediğinde Sefa buna çok sevindi. Sefa hiç vakit kaybetmeden ayağına kadar gelmiş olan kısmetinin kapısını çaldı.