
Zindan Hatıraları-Boykot
CEZAEVİNDE BOYKOT
Cezaevinde sebze ve meyve ihtiyaçlarımız cezaevinin kantininden sorumlu personel aracılığıyla temin ediliyordu. Mevsimine göre alınan sebze ve meyveler genellikle Kabzımallarla yapılan ihaleler sonucu makul piyasa fiyatında bize ulaştırılıyordu. Neredeyse tüm cezaevlerinde mahkûmların sebze ve meyve ihtiyaçları bu şekilde karşılanıyordu.
Ama D Tipi daha basit bir uygulamaya başlamıştı. Mahkûmların sebze ve meyve ihtiyaçlarını Kabzımal yerine büyük bir marketten karşılamak istiyordu. Marketten alınan sebze ve meyve fiyatı üzerine cezaevi kendisi de bir miktar ekledikten sonra bize satılıyordu. Almak istediğimiz sebze ve meyve fiyatı normal şartların neredeyse iki katına bize satılıyordu. Başka hiçbir alternatifimiz olmadığı için bir nevi mecbur olduğumuzu da göz önüne alınca bu durumu cezaevi idaresine ilettik. Cezaevi idaresi kantinden sorumlu personelini çağırıp bunun sebebini sorduğunda kantinci kendisini şöyle savunmuştu;
–Sayın Müdürüm Kabzımaldan aldığımız sebze ve meyvelerde çürük ve ezikler olunca mahkûmlar bundan şikâyet ediyorlar. Ezikler bizim elimizde kalıyor. Ve bizler bu şekilde zarar ediyorduk. Bu yüzden Marketten alınan sebze ve meyvelerin içinde hiçbir ezik ve çürük çıkmıyor.
Temsilci arkadaşımız kantincinin savunmasına karşı;
–Belki bu söylediklerinde haklı olabilirsin. Siz kendi evinize ezik, çürük sebze ve meyve alıyor musunuz ki bizden bunları almamızı bekliyorsunuz. Parasını verdiğimiz sebze ve meyvelerin çürük ve ezilmiş olmamasını istemek doğal değil mi? Sizler Kabzımaldan aldığınız sebze ve meyvenin parasını tam olarak vermiyor musunuz? Madem parasını verip satın alıyorsunuz, o zaman siz de gözü kapalı olarak almayacağınız çürük ve ezik meyveleri almayın. Bunun acısını mahkûmdan çıkaracağınıza bunun hesabını Kabzımaldan sorun.
Kaldı ki daha önce gelen sebzeler ve meyveler bize geldiklerinde neredeyse kullanılmayacak olan eski ürünlerdiler. Haftada bir yaptığımız sebze ve meyveler buzdolabında birkaç gün zor dayanıyor. Piyasaya satılmayacak kadar üzerinde gün geçmiş ürünleri bize getirip almamızı istiyorsunuz. Bunu kabul etmediğimiz zaman da şantaj olarak bu sefer normal olan sebze ve meyveleri iki katına bize getirip bunları almamızı bekliyorsunuz?
Cezaevi Müdürü her iki tarafı dinledikten sonra kantinciden defterleri getirmesini istedi. Alış verişlerin yapıldığı defterde alınan ürünler ve onların satışları kayıtlıydı. Defterde her şey düzgün görünüyordu. Hangi ürünün kaça alınıp kaça satılması gerektiği belliydi. Bu yüzden cezaevi Müdürü bu konuda her ne kadar mahkûmların haklı olduğunu bilse de yapılan işler deftere uygun yapıldığı için bu konuda yapılacak hiçbir şeyin olmadığını belirtip kantincinin yaptığı gibi devamına karar vermişti.
Temsilci arkadaşın Müdürle görüşmesi sonuç vermeyince yapılan istişare sonucu bunun kabul edilecek bir durum olmadığı için cezaevi kantinini “Boykot” kararı alınmıştı. Boykot kararı tüm kantin alış verişlerini kapsayacaktı. Daha önce dile getirmekten hayâ ettiğimiz iç kantininde bazı ürünlerin fiyatları normalin üzerindeydi. Ama dert etmiyorduk. Sonuçta pek nadir olarak alınan ürünler olduğu için, belki pahalıya alınmıştır ihtimaline karşı bu konuyu gündem etmiyorduk. Ama şimdi durum ciddiydi, günlük tüketim ihtiyacımız olan sebze ve meyveler bize iki katına satılıyordu.
Cezaevlerinde mahkûmların tüm yaptıkları kayıt altına alınıyordu. Hangi kurslara katıldığından tutun cezaevi Kütüphanesinden hangi kitapları alıp okuduğuna kadar her şey kaydediliyordu. Mahkûm adına giriş yapan paranın miktarı ve bu parayı nasıl harcadığı da yine kayıt altındaydı.
Mahkûmun temel ihtiyaçlarının yanı sıra cezaevinde küçük bir marketi andıran kantininde satılan şeyler mahkûmun alması içindi. Sebze ve meyve almak isteyen mahkûmların bu istekleri cezaevi idaresi tarafından karşılanması yönetmenliklerle belirlenmişti. Hiçbir cezaevi mahkûmları bu haktan mahrum edemezdi.
Boykot kararı, cezaevi kantininin gelirini azaltmak veya çökertmek için değildi. Boykottaki amaç Bakanlığın dikkatini buraya çekmekti. Zira cezaevi kantini kişisel bir yer değildi. Oradan yapılan alışverişte kâr ve zarar hesabından daha ziyade bir görevdi. Her ne kadar kantin kazancı cezaevinin ortak havuzuna aktarılsa da bu pek önemli değildi. Sonuçta başka gelirleri vardı.
Alınan karar uygulamaya konulduğu zaman tüm kantin alışverişi kesildi. Sadece ciddi hastalıkları olan birkaç arkadaşımız dışında kantinde zaruri eşyalar olan şeker, sigara, gibi malzemeler dâhil olmak üzere hiçbir şey alınmayacak Sebze ve meyve alış verişine son verilecekti.
Bu karar hepimiz için bağlayıcıydı. Alınan kararın ardından bizim ne kadar dayanabileceğimizi bilmeyen cezaevi bu işin fazla sürmesinin mümkün olmadığını düşünüyordu. Çünkü cezaevinde tek alış veriş imkânı vardı. Onun dışında ihtiyaçlarımızı karşılayabilecek başka bir yerimizin olmadığını gayet iyi biliyorlardı. Bu yüzden sigara, şeker ve çay gibi temel ihtiyaçlar için mutlaka alış veriş yapacağımızı düşünüyorlardı.
Bir mahkûm için sigara başta olmak üzere şeker ve çay olmazsa olmaz bir ihtiyaçtı. Bunu uzun süre sürdürmek cezaevi idaresince imkânsızdı.
Mahkûmun psikolojisini anlatan veciz bir söz var “Mahkûmun sigarasına, çayına ve sazına karışma” diye.
Ama cezaevinin bilmediği bir şey bizler adli mahkûm değildik. Söyledikleri şeyler adli mahkûmlar için doğruydu. Çünkü adli mahkûmlar birey olarak yaşarlardı. Her ne kadar onlar da kaldıkları odalarda bir şeyleri ortak kullanıyor olsalar da aslında her biri bağımsız bireydiler. Kendi istedikleri gibi davranırlardı.
Bazı adli odalarda bilinçli olan mahkûmlar, oda arkadaşlarını birlikte hareket etmeye yönelik bir çalışmanın içine girdiğinden, cezaevi idaresi o şahsı alıp başka bir odaya vererek etkisini kırıyordu. Adli mahkûmların birlikte hareket etmeleri her zaman engellenebilirdi.
Ama söz konusu siyasi mahkûm olunca durum çok değişiyordu. Özellikle siyasi mahkûm sayısı belli bir sayıya ulaşmışsa, cezaevi idareleri bunu dikkate alıyorlardı. Çünkü siyasi mahkûmun en büyük özelliği birlikte hareket etmekti. Birlik içinde yaptıkları tüm uygulamalar göze batacak şekildeydi.
Her ne kadar siyasi mahkûm haklarını savunmak için yapılan haksızlıkları şikâyet edeceği makam ve mercileri bilse de bu mercilere yapılan bireysel şikâyetler pek dikkate alınmıyordu. Yüzlerce kişinin kaldığı bir cezaevinde birkaç mahkûmun yapacağı şikâyet pek bir şey ifade etmiyordu.
Bu yüzden siyasi mahkûmun avantajı vardı. Birlikte hareket etmenin bereketi burada da kendisini gösteriyordu.
Bu zamana kadar dilekçelerle yaptığımız şikâyetlerden bir sonuç alabilmişsek bunda en büyük etken birlikteliktir. Bir kişinin şahsi sorunu olmadığını belirtmek için toplu başvurular dikkate alınıyor.
Aynı şekilde de cezaevi idarelerinin yaptıkları bazı haksız uygulamalara da yine aynı bilinçle karşı çıkmak etkili bir yöntemdir. “Haklar verilmez alınır.” diye yazılı olmayan bir kuralı vardır cezaevinin.
Bu hakları talep ederken takip edilecek metot meşru ve haklı olmalı. Aksi takdirde haklı bir şeyi isterken bir anda haksız olabilirsiniz.
Cezaevinde yapılan haksızlıkları dile getirmenin birçok yöntemi vardır. Dışarda olduğu gibi cezaevinde de bürokrasi çok müthiş işliyor. Yapılan bir haksızlık ilk olarak cezaevi idaresine bildirilir. Cezaevi idaresinden kaynaklı bir sorun ise bu sorun yine cezaevindeki birinci Müdürle bire bir konuşularak çözülmeye çalışılır. Bundan da bir sonuç çıkmaması halinde sorun cezaevinden sorumlu olan Savcıya iletilir. Cezaevi birinci Müdürünün amiri konumunda olan Savcılık da sorunu çözemezse bu sefer konu İnfaz Hâkimliğine bir dilekçe ile başvurulur. Tabi bunlar da genellikle olumlu bir sonuç çıkması neredeyse imkânsıza yakın bir şey. İnfaz Hâkimliğine yapılan bir şikâyetin soruşturması ilginçtir.
İnfaz Hâkimliği kendisine yapılan şikâyet konusu hakkında cezaevinden bilgi ister. Cezaevinin savunması hükmünde olan bu bilgi, genellikle cezaevinin haklılığıyla sonuçlanıp yapılan uygulamanın devamı noktasında cezaevinin haklılığı tarafımıza bildirilir.
Cezaevi idaresine başvuru yapmadan savcılığa dilekçe yazılmasına müsaade edilmiyor. Sorunun büyüklüğüne göre gerekirse ve bir umut dahi varsa şikâyet konusu Adalet bakanlığına, cezaevi sorunları ile ilgilenen izleme kurulları, Sivil Toplum Kuruluşlarına ve Meclis İnsan Haklarına konu hakkında dilekçeler yazılabilir.
Ama bizim cezaevinde yaşadığımız sebze ve meyve fiyatlarındaki pahalılık ve iç kantindeki bazı ürünlerin fiyatlarının yüksekliği, cezaevi birinci Müdürü tarafından hal edilebilecek bir sorundu. Buna rağmen cezaevi Müdürü bu konu hakkında personelini haklı görünce bizim yaptığımız gibi bürokrasi yolunu denemek yerine boykot kararı almamızda en büyük etken kantine bakan personelin yaptığı işi kitabına uydurmasıydı.
Resmi kurumlar, personelin ne yaptığından daha çok, yaptığı işin kitabına uyup uymadığıyla ilgilenirdi. Aynı şeyler cezaevi için de geçerliydi.
Birinci Müdür bile kendi personelinin yaptıklarının haklı hiçbir yanı olmadığını bilmesine rağmen işini kitabına uydurmuş olan personelini haklı görmüştü. Birinci Müdür bunu yapınca cezaevinin işleyişini kâğıt üzerinde izleyen savcılık ve Bakanlığın birince Müdür gibi evrakları kontrol edeceği ve yapılanların kitabına uygun olduğu Kanaatine varmaları işten bile değildi.
Bu yüzden daha etkili ve dikkat çekici bir metot olan boykotu denemeye karar vermiştik.
Cezaevlerinde siyasi mahkûmlar zaman zaman bazı hakları cezaevi idaresinden almak adına boykot yaparlar. Bu bilenen bir yöntemdi. Cezaevi de bunu gayet iyi bilirdi.
Mahkûmlar boykot yapmayı düşündükleri zaman daha önceden cezaevi kantininden hesapladıkları süre boyunca kendilerine yetecek kadar tek seferde alış veriş yaptıktan sonra boykot kararı alırlardı.
Cezaevi idaresi mahkûmların boykot kararı aldıktan sonra birkaç haftalık kantin hesaplarını inceleyip neyi ne kadar aldıklarına bakarak bu boykotun ne kadar süreceğini tahmin edebiliyordu.
Buna rağmen yine de boykot çoğu zaman işe yarardı.
Ama bizim durumumuz farklıydı. Boykot kararı almadan önce hiçbir hazırlık yapmamıştık. Elimizdekilerle yetinmeyi göze almıştık.
Cezaevi idaresi bizim boykot kararımızı öğrendiğinde yaptığı ilk iş genelimizin kantin hesaplarını kontrol etmek olacağını biliyorduk. Bu konuda hiçbir hazırlığımızın olmadığını görünce, bizim dayanamayıp bu işi çok kısa bir süre içinde sona erdireceğimizi tahmin ediyorlardı.
Boykot kararını görmezden gelen idare bizim sigara, şeker ve çay için bile olsa alış veriş yapacağımızdan emin gibiydi. Bunların alınması her ne kadar boykot kararına pek bir zarar vermese bile yine de idare için bu bile yeterli bir adım olarak görülebilirdi. Bu yüzden özellikle sigara içenler bu durumu göz önünde bulundurarak sigaralarını daha dikkatli içiyorlardı. Çay içmek kısa bir süreliğine sadece kahvaltı ile sınırlandırılmıştı. Bu durumun ne kadar devam edeceği belli değildi. Boykot kararı alınınca aylarca sürebilecek bir hesap üzerinde bu karar alınmıştı. Alınan kararın ardından bir sonuç alınmadan boykota son vermek bize zarar verirdi. Bu bir imtihandı. Aynı zamanda psikolojik bir savaştı.
Cezaevi idaresi bizim ne kadar dayanacağımızı hesaplayıp bu süre zarfında hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Bizim ne kadar dayanacağımızı görmek istiyordu. Biz ise boykot kararı alırken ayları göze aldığımız için kendimizi bu şartlara hazırlamıştık.
Bizim bir hafta bile dayanamayacağımızı tahmin eden cezaevi idaresi sessizliğini korurken biz boykotun ikinci haftasına girmiştik. Haftada bir gün olan kantin günümüzde yine alış veriş yapmamıştık. Kantine bakan personel bizzat gelip kantin ihtiyaçlarımız için kantin fişi yazmadığımızı sorma gereği duymuştu. Personele verilen cevap “Fiyatlar düzenlenmeyinceye kadar boykotta kararlıyız.” Kantine bakan personelin durumu birinci Müdüre ileteceğini biliyorduk.
Ertesi gün birinci Müdür temsilci arkadaşı çağırıp bu durumu çözmek için bir yol arayışına girmişlerdi. Temsilci arkadaş “Diğer cezaevlerinde sebze ve meyve nasıl alınıyorsa aynı şekilde burada da alınsın” diyordu. Birinci Müdür kantincinin şikâyeti olan “Bazen ezik olan sebze ve meyvelerini ellerinde kaldığı için zarar ediyoruz” sözünü hatırlattı. Bu konu çözüldüğünde, bu sorun da çözülecekti.
Birinci Müdür Kantine bakan personel ile bizim aramızdaki bu sorunu çözmek için temsilcimiz ve kantine bakan personeli kendi odasına çağırmıştı. Mahkemede birbirinden şikâyetçi olan iki sanık Hâkim karşısında oturmuş gibi onların şikâyetlerini dinleyip aralarındaki soruna bir çözüm arıyordu.
Her iki tarafın şikâyetlerin dinleyen birinci Müdür;
–Bundan böyle sebze ve meyveler Kabzımaldan alınacak. Çürük olan mallar Kabzımala geri verilip değiştirilecek şekilde pazarlık yapılacak. Ancak kasaların alt tarafında kalıp ezilen sebze ve meyvelere siz de şikâyet etmeyeceksiniz, dedi. Temsilci arkadaş;
–Çürük, bozuk ve yenilmeyecek kadar ezilmemişse ve de her zaman böyle olmayacaksa biz de ara sıra olanlara göz yumabiliriz, dedi.
Birinci Müdür kendi personeline baktı. Anlaşılan daha önce bu konu hakkında konuşulup böyle bir yol bulmuşlardılar ki personel de birinci Müdürün önerisini kabul ettikten sonra iş tatlıya bağlandı.
Temsilci arkadaş birinci Müdürün odasından ayrılmadan, arkadaşların kantin alış verişinin dün olduğunu hatırlatıp bugün kantin satışı yapmaların isteyince Müdür Kantinci personeline baktıktan sonra;
–Bugün diğer blokların kantin günüdür. Onların işi erken biterse Hizbullah bölümünün kantinini dağıtırsın, dedi. Birinci Müdür temsilci arkadaşımıza dönüp;
–Siz de sadece zaruri olan ihtiyaçlarınızı yazın. Kantinci arkadaşların işleri yoğundur, dedi.
Temsilci arkadaşın birinci Müdürle olan konuşması ve varılan sonuç herkesi sevindirmişti. Arkadaşların asıl sevinçleri ise bugün kantin alış verişi yapmalarıydı.
Arkadaşlarımız son sigaralarını büyük bir zevkle içmeye başlamışlardı. Son çaylarını korkusuzca demlemişlerdi. Nasılsa birazdan kantin alışverişi yapacaklarından artık rahat bir şekilde davranıyorlardı.
D Tipi Kapalı Cezaevinde sorunlarımızdan biri de mahkemeye veya hastaneye gideceğimiz zamanlar yaşadığımız sıkıntıydı.
Cezaevinde mahkemesi veya sabah saatlerinde hastaneye sevkleri olan mahkûmlar, sabah 6.30–7 arasında koğuşlarında çıkarılıp mahkûm kabul yerinde saat 9 a kadar bekletiyordu. Bu bekleme sırasında bayağı bir sıkıntı oluyordu. Saatlerce beklemek, mahkemesi olanlar için belki fazla bir sorun olmuyordu ama hastaların hastalıkları göz önüne alınınca hastaneye gitmek bir zulüm oluyordu.
Bu durum defalarca idare ile konuşulmasına rağmen idare bir türlü yaptıkları bu uygulamayı değiştirmeye yanaşmıyordu. Gerekçe olarak da şöyle diyordu;
–Saat 7’den sonra personel giriş kapısında giriş yapmaya başlıyorlar. Saat 8’de toplu olarak sayıma giriyorlar. Ardından idari düzenlemeler yapıldığı için mahkeme ve hastaların saat 7’den önce çıkarılması gerekiyor.
Oysa söyledikleri her ne kadar doğru olsa da asıl mesele personelin biraz daha rahat edebilmesi açısından böyle yaptıklarını biliyorduk. Mesai başlamadan personel mahkeme ve hastaları rahat bir şekilde alıp mahkûm kabul yerine bıraktıktan sonra yeni gelen personel bunlarla uğraşmak zorunda kalmadan kendi görevleri başına dönüyorlardı.
Her ne kadar bu konu bizim için sıkıntı olsa da bu konu hakkında elimizden hiçbir şey gelmiyordu. Sonuçta cezaevi işleyişiyle ilgili bir şey olduğu için son ve yetkili kişi sadece birinci müdürdü. Onun dışında hiç kimsenin bu soruna müdahale edemeyeceğini bildiğimizden boş yere başkalarına sorunu anlatmaya çalışmadan zaman zaman bu soruna çözüm bulunması istenildiyse de çözümsüz kaldı.
Buna alışmaya çalışıyorduk. Bazen bizim de elimizden gelmeyen şeyler olduğunu görüyorduk. O zaman mahkûm olduğumuzu hatırlayıp yapılan bu uygulamaları dert etmemeye çalışıyorduk.
Bu yönden bakınca odalarımızdan erken bir saatten çıkarılmayı da bu cezaevinin eksisi olarak görüyorduk. Cezaevinin artılarını göz önüne alınca böyle bir eksinin pek değeri kalmıyordu.