Murat ve Ali’nin Diyarbakır cezaevinde yaklaşık iki ayları geride kalmıştı. Bu süre, geçici oda için uzun bir süreydi. Cezaevi idaresi genelde Hizbullah tutuklularını en fazla bir ay tutardı. Ardından da onları başka cezaevlerine gönderirdi.
İlahi takdir karşısında insanoğlu çok acizdir. Kader tamamlandığı zaman yapılacak hiçbir şey olmadığı gibi, onu engelleyecek hiçbir kuvvet de yoktur. Kader tecelli edeceği zaman, alınan tedbirlerin hiçbir önemi kalmıyordu. Her şeyin yoluna girdiğini zannettikleri bir sırada yakalanmalarını, beklenen son olarak görüyorlardı. O kadar kaçış ve kovalamacanın ardından, dönüp dolaşıp, kendi memleketlerinde yakalanmışlardı. Üstelik tam da ayrılmak üzereyken; Bunun da takdir-i İlahi olduğunu biliyorlardı.
Belirli günlerde bir araya gelip, bir yandan Cemaatin onay vermesi halinde İstanbul’a yerleşmeyi düşünürken, bir yandan da tanıdıklarından kimlerin yakalandığını öğrenmek için İstanbul’daki tanıdıkları Cemaat mensuplarını ziyaret ederek bilgi edinmeye çalışıyorlardı. Bu zor bir durumdu. Neredeyse gittikleri her arkadaşlarından, felaket haberleri alıyorlardı. Öyle ki İstanbul’a yerleşmekten bile vazgeçmiştiler. İstanbul’daki polis baskınları daha sıkıydı. Burada kendilerini gevende hissetmiyorlardı. Bu şüphelerinde haklı olduklarını, akşam eve döndüklerinde, haberlerdeki “Hizbullah’a baskın” başlığını gördüklerinde anlamışlardı. Polis, İstanbul’da Hizbullah Cemaatine geniş çaplı bir operasyon başlatmıştı. Yakalanan kişiler arasında, Murat ile Ali’nin ziyaret ettiği kişiler de vardı. Bu, onlar için hiç iyi olmadı.
Kenan, dört yıldır ailesiyle birlikte İzmir\Torbalı’ya yerleşmişti. Burada, ailece, İslam’a hizmette aktif olarak bulunuyorlardı. Küçük yaşlarda babasını kaybetmiş olması sebebiyle, ailesinin geçimi kendisinin üzerine kalmıştı. Annesi ve kardeşlerine sahip çıkmak için, Torbalı’daki akrabalarının yardımı ve Cemaatin de oluruyla Torbalı’ya yerleşmiş, burada hizmetlerine devam ediyordu. Yanında çalıştığı akrabalarından, kartonpiyer işini öğrenmiş, yaklaşık bir yıldır da kendisi tek başına iş almaya başlamıştı.
Ertesi gün öğle vakti tekrar hastaneye gittiler. Hasta yatış bölümünün önündeki her zaman ki kalabalık toplanmış, doktorun gelmesini bekliyorlardı. Doktor gelip, bugün yatacak olan üç hastanın ismini daha okudu. Ama Murat’ın ismi onların arasında yine yoktu. Mehmet amca doktorun başına üşüşen hasta yakınlarıyla birlikteydi. Hasta yakınları her zaman ki gibi, neden hastalarının yatış işleminin yapılmadığını soruyorlardı. Doktor onlara, bıkmadan, aynı mazeretleri sıralıyor ve sakin olmalarını istiyordu. Mehmet amca doktorla konuşma gereği bile duymadan, oradan ayrılmak üzereyken Ali, Mehmet amcadan bu işle kendisinin uğraşması için müsaade istedi. Mehmet amca o kadar çaresizdi ki, Ali’nin bu teklifinin boş yere bir çaba olacağını bildiği halde izin verdi.
–“Hacı amca, bizim buraya geldiğimizi mümkün olduğunca ne kadar az kişi bilirse, bizim için o kadar iyi olur. Buraya geliş sebebimiz Murat’tır. Dün Mersin’de bir sağlık kabinine gittik. Murat’ı muayene eden Doktor, Murat’ın kalbinde bir sorun olabileceğini ve bir an önce muayene edilmesi için hastaneye yatması gerektiğini söyleyince bizde buraya geldik. Sizin fakültede tanıdıklarınız var, onların yardımıyla Murat’ın araştırma hastanesinde tam bir muayeneden geçip, hastalığının tam olarak ne olduğunu öğrenmek için buradayız. Yalnız Murat’ı muayene eden doktor, hiç vakit kaybedilmemesini istedi. Eğer mümkünse bugün hastaneye gidebilsek iyi olur. Bizim durumumuzu biliyorsunuz. Bu konuda da çok dikkatli olmamız gerektiğini size hatırlatmama gerek yok sanırım.” Dedi.
Doktor, Murat’ın öksürüklerinin artması üzerine, onun koluna girip, duvar kenarında dizili olan koltuklardan birine oturttu. Yanlarına gelen Ali, Murat’a: “Nasılsın?” Diye sordu. Murat o kadar rahatsızdı ki, Ali’nin sorduğu soruya ancak, başını hafifçe sallayarak cevap verebildi. Murat konuşunca, öksürükleri artığından, daha fazla konuşmak istemiyordu. İçinde bulundukları durumdan henüz kurtulamamışken, bir de hastalığıyla uğraşmak zorunda kalmasının hikmetini düşünüyordu. Allah’ın her işinde bir hikmet olduğunu biliyordu. Buna rağmen, ağzından yanlış bir söz çıkmamasına dikkat ediyordu.
Yatsı namazının ardından, birlikte evden çıktılar. Çarşıya gidip, ailesini, şehir merkezindeki postaneden aramanın daha iyi olacağına karar verdi. Bir dinleme durumunda, en azından hangi mahallede oldukları anlaşılmasın diye, bu yolu tercih etmişlerdi. Murat, ailesiyle özlem giderdikten sonra onların iyi olduğunu ve babasının evinde rahatlarının yerinde olduğunu öğrenince; kendilerinin, durumlar netlik kazanana kadar Diyarbakır’da kalmalarını istedi. Eşi, yanında olmak istediyse de Murat, biraz daha sabır diyerek, onlara sabretmelerini tavsiye etti. Anne ve babasıyla da kısa bir konuşma yaptıktan sonra, telefonu kapattı.
–“Dün olanlardan haberiniz yok mu? Bugün Mersin, Tarsus ve Adana’da polis operasyonları başladı. Daha şimdiden yüzlerce Müslüman yakalanıp gözaltına alındı. Birçok arkadaşın gidebileceği güvenilir ev neredeyse kalmadı. Aklıma siz geldiniz. Sizi burada pek tanıyan yok, eğer evleriniz güvenilirse; size bazı arkadaşları misafir olarak getirmeyi düşündük. Siz de uygun görürseniz tabi.” Yahya’nın söyledikleri, dün gece Murat ile Ali’nin konuştuğu olası musibetlerin, ilk işaretini veriyordu. Bundan daha kötü şeyler olacaktı anlaşılan. Zor zamanlar için hazırlıklı olmasalar da, yine de herkes kendi üzerine düşeni yapmaya hazırdı.
Deprem olduğunu, sokağa çıktıktan sonra, insanların telaşından anlamışlardı. Sallanan sadece kendi evleri değildi. Bu yüzden biraz olsun rahatlamışlardı. Herkes kendi derdinde ve endişesindeydi. Ama depremin boyutunu sabah öğrendiklerinde, şok olmuşlardı. Türkiye’yi yasa boğacak kadar ağır bir depremdi.
–“Rüyamda çöl gibi bir yerdeydik. Çölün ortasında koskoca bir çınar ağacı vardı. Sen ve birkaç arkadaş o ağacın altındaydınız. Sizin yanınıza geldiğimde bana gaybtan bir ses, senin hazreti Musa olduğunu ve benimde hazreti Nuh olduğumu söyledi. O an için senin Peygamber hazreti Musa olduğunu gördüm. Buna hiç şaşırmadım. Sizin yanınıza, ağacın altına gelip sizlere selam verdim. Daha sonra uyanınca gördüğüm rüyanın etkisiyle yüzüm gülüyordu.” Murat: –“Allah hayır eylesin.” Dedi.
Murat ve Ali, Cemaatin isteği üzerine rahatça yerleşebilecekleri bir tek Tarsus’tan başka alternatiflerinin olmadığını, bunun da riskleri olduğunu Cemaat bildirmeleri üzerine Cemaat durumun vahametini bildiğinden, geçici olarak da olsa şimdilik Tarsus’a yerleşmelerini istedi.