“Özgürlük nedir” diye sordular bana. “Ben nereden bileyim. Cezaevi idaresinin günde üç öğün verdiği karavana dışında hiçbir yemek ismi bilmiyorum ki” dedim. Güldüler. Sanırım gülmekte haklıydılar da. “Özgürlük bir yemek çeşidi değildir” dediler. “Evet, ekmek gibidir, su gibidir. O olmadan hayat olmaz. Ama yenilen bir şey değildir.”
Bu çalışmanın tasarımcısı bana “iç âlemimdeki özgürlük anlayışımı” sorunca ben de bu soruyu ilk kez ciddi bir şekilde kendime sordum. Bu söylediklerim içimdeki seslerin dışa vurumudur. Belki derli toplu olmayacak. Belki dağınık olacak.. İfadelerde kopukluklar olabilir. Fakat hakikat bu… Zaten insanın iç dünyası dört mevsim gibi değil mi? Şöyle bir tahlil de kafamda belirdi, konuya dair.
Esaret ve zindan dipsiz bir kuyudur. Mahpusu bu dipsiz kuyuya büsbütün düşüp yok olmaktan kurtaran iki halat vardır. Bu halatın iki ucundan biri imanı ve davasıdır. Diğeri de eşinin, çocuklarının, annesinin, babasının ve yakınlarının tuttuğu taraftır. Bu yakınlar bilirler ki bu ucu bırakırlarsa mahpus dipsiz kuyularda kaybolabilir. Bu yüzden mahpusun sevenleri onunla aynı acılara katlanır da onu bırakmazlar.
İslam dairesinde özgürlük, tek kelimeyle Allah’ın bir lütfudur. Allah’ın kullarına bir armağanı, bir hediyesidir. Bu yüzden özgürlük ve vuslat gibi değerler fıtratın esaslarındandır. Esaret, sürgün ve gurbet gibi ayrılıklar arizidir.
Bedenim Zindanda Ruhum Firarda Belki duvarlar engeldir dolaşmaya Hatta kayıtlar da vurulur bedene Ama hisse, duyguya, akla! Peki, düşünceye hiç vurulur mu gem?
Bir insanın anne ve babasını tercih hakkı olmadığı gibi onları ret etmekle veya onlardan kopup uzaklaşmakla özgür kalınamayacağını ilkokulun son yılında kavradım. Henüz çocuktum, ama aklım başımdaydı. O zamanlar özgürlük için yapamayacağım hiçbir şey yoktu. Evden ve dolayısıyla ailemden kaçıp kurtulmayı bile ciddi olarak düşünmüştüm.
Özgürlüğün her anı özlemle yâd edilir. Gece saatlerinde serbestçe dolaşmak… Temiz havayı teneffüs etmek… Bir akşam vaktinde camide olmak, yatsıyı beklerken cami bahçesinde sohbete duran yaşlıları dinlemek… Özlem bitmez ki!
Allah tarafından yaratılan insan esas itibariyle yaratıcısının kölesi ve kulu olmadıktan sonra muhakkak surette bir yere veya şeye köledir. Ya şeytana, ya nefsine ya da bir başka şeye…
Dört duvar arasından gökyüzüne duyulan özlemin adıdır özgürlük... Ya da bedene hapsolmuş Ruhun maveraya süzülmek için kanat çırpması... Her esir olmuş insanın masum bir talebi… Özgürlüğü elinden alınmış her insan, ona özlem duyar, ona varmak için kulaç atar… Ama nafile.