41.39
  
48.32
  
109448.00
  
96.57

Özgürlük-Bilal Yararlı

Özgürlük-Bilal Yararlı

 

 Özgürlüğün her anı özlemle yâd edilir. Gece saatlerinde serbestçe dolaşmak… Temiz havayı teneffüs etmek… Bir akşam vaktinde camide olmak, yatsıyı beklerken cami bahçesinde sohbete duran yaşlıları dinlemek… Özlem bitmez ki!

 

bilal yararlı

Özgürlük… Kulağa hoş gelen bir sözcük. Düşlerin prensi, ama ne kadar uzak! Onunla tanışmak çok zor. Kaf dağının ardında, Mim okyanusun ötesinde olsa gerek. Gerçi beş beton duvar, o kadar çelik dikenli tel ve onlarca kilitli kapı kadar yakın ama yine de ırak mı ırak…

Sanırım sözcüklerdeki bütün kelimeler davet edilse en son özgürlük gelecektir. Esirgenen köşe bucak kaçırılan kör ve kor özlem.

Kedi için hoş kokulu taze ciğer ne ise… Özgürlük de öyle olsa gerek. Ama ne yazık ki kasap pek zalim. Ciğeri derin dondurucuya saklamış, sağlam camlar takmış. Kedinin bütün umutlarını kırmış. Üstelik kasap aç ve zayıf kediciği azarlayıp tekmeliyor. Özgürlük gelmez gibi. Umarım tüm yetkiler kasabın elinde değildir.

Her şeye rağmen gündem özgürlüktür. Çünkü insan gerçeği sessizce ve aldırmadan yaşar, özlemi ise hep konuşur.

Bir dönem o özgürlüğü tattım. Tadı damağımda kaldı. O yüzdendir benim için özgürlük eşittir hasret ve özlem. Tekrar özgürlük diyarına varır mıyım bilemem. Pek şüpheli bir cevabım olur. Gidişat bizden yana değil. Zulüm hakkını bize kullananların çokluğunu görünce umudum kırılıyor. Mevsim kış. Bahar hiç gelmeyecekmiş gibi… Nusret Allah’tan.

Zindan ve esaret, temel dinamiklerimi benden aldı. Şu özgür dünyaya kanatlansam da; parçaları eksik, duyguları körelmiş, düşünceleri paslanmış, ruh dünyası alt üst olmuş nakıs birey olarak hayata tutunmayı deneyeceğim. Enikonu münhasır olmayan bir adapte sorunu dağ gibi önümde duruyor. Cenab-ı Allah yardım etmese sarp yollarda helak olup giderim.

Esaretimin ilk yıllarında hariçteki dünyaya yönelik müthiş iştiyakım vardı. Esaret ve zindana alışma niyetim yoktu. İnsan belki zindanı kabullenir ama asla alışmamalı. Mahkûm, içindeki özgürlük ateşini diri tutmalı. O ateş sönerse kişi, içten çürüyen ağaç gibi yıkılır. Bunun farkındayım.

Kelepçeli ikinci yılımda içi pis kokulu, çelik kafesli cezaevi arabasının puslu ve küçücük camından dışarıyı özlemle seyre koyulmuştum. Derin hayallere dalmıştım. Bir ilkbahar günüydü. Taze rayiha yayan ağaçlar yaprak yaprak gülümsüyordu. Çimlenen bitkiler ayakta kalma mücadelesi verip tablaya renk katıyordu.

Işıl ışıl akan kar suyu etrafına hayat veriyordu. Her türlü çiçek sevinçle selameti müjdeliyordu. O doyumsuz manzarayı içime çekmeye çalışıyordum. O muhteşem tablo benim için özgürlüğün kendisiydi. Ben bu halet-i ruhiyenin çemberindeyken yanımda oturan on yıllık mahkûm aldırmaz bir havadaydı. Ona: “Kalkıp şu manzaraya bakmalısın. Tabiat yeniden canlanıyor, bu coşkuyu izlemelisin,” dedim

Oralı olmadı. Uzun bir cevap vermek bile ona zul geldi. Bir endikasyonla, “Dışarıya dönük umutlarımı ve duygularımı zindan zeminine gömdüm,” cansız cümlesiyle kestirip attı.

Birden o hoş hayallerim dağıldı. İçimdeki uçurumdan bir kaya koptu ve dipsiz denize düştü. Tek cümleyle gelecekteki kaderimi ve kederimi çizmişti. Yine de direndim, solmak isteyen duygularıma kan pompaladım, yüzümdeki buruşuk haritayı yeşile boyayıp Allah’ın biz kullarına bahşettiği ama zalim ve bahtsız kulların bizden esirgediği doğayı seyre daldım. Hakikaten Kitabullah’ta geçtiği gibi şayet yeryüzünün şu güzellikleri ve hazineleri, kulların zimmetinde olsaydı başkalarıyla paylaşmakta cimrilik ederlerdi. Belki de hiçbir şeyi koklatmazlardı. İnsanoğlu pek nankör, cimri, zalim ve acımasızdır.

Yıllar yılları kovalasa da, zindan aman vermeden beni kollarına alsa da, özgürlüğe yönelik hayallerimi hep canlı tuttum. O zamanlar neler hayal etmezdim ki:

Şu zindanda akşama doğru bizi odaya alıp, beton bahçeden bile mahrum ediyorlar. Dolayısıyla özgürlük dünyasında akşama doğru, güneş yerini serinliğe bıraktığı anlarda balkonda oturup sohbet eşliğinde çay içmek isterdim. Gün batımını izlemek, gözün gördüğü son noktaya kadar engelsiz bakış atmak, geceye gönül hoşnutluğuyla merhaba demek… Ne yazık ki yıllardır tam o saatlerde kapı üzerime kapanır, hasret kabarırken sessizce sağır odaya dalarım. Neden depreştiriyorsun hislerimi?

Özgürlüğün her anı özlemle yâd edilir. Gece saatlerinde serbestçe dolaşmak… Temiz havayı teneffüs etmek… Bir akşam vaktinde camide olmak, yatsıyı beklerken cami bahçesinde sohbete duran yaşlıları dinlemek… Özlem bitmez ki!

Yıllardır bir bayramı ailemle geçiremedim. Bir camiye gidip cemaatle namaz kılamadım. Ortak bir sevinci paylaşamadım. Kederi ancak heyecan dengeler ama biz mahrum edildik.

Bir arkadaşım zindan esaretini yaşamamak için pahalıya patlasa da Avrupa’nın yolunu tuttu. Hicret bir derece yarım özgürlüktür. Ancak arkadaşım Avrupa’da dört beş ay dayanabildi. Gelip cezasını çekip çıktı. Ona, “Neden Avrupa’yı bırakıp geldin?” Diye sorduğumda, onun cevabı, “Orada ezan sesi duyamıyordum,” olmuştu.

Doğru, iki kez dışarı çıkıp ailemi gördüm. O da sevdiklerimin cenazesini görmek içindi. İnsan özgür olmadıkça hüznünü hakkınca yaşayamıyor.

Özgürlük belki de yıllardır bize üzülen, ağlayan, yaş dolu gözlerin sevinçle parladığını görmektir.

Özgürlük çocuklarla mutluluğu paylaşmaktır. Parka gitmek, beraber dondurma yemek, oynamak ve şakalaşmak…

Özgürlük aileyle hemhal olmak, dertlerine ortak olmak, sevinçlerine gül olmak, onlarla bir olmaktır.

Aliya İzzetbegoviç’in anılarında okumuştum. Kendisi şöyle diyordu: “Zindandan sonra özgürlüğün değerini daha iyi anlıyordum. Her anın tadını çıkarıyordum. En ufak isteğimi dahi yerine getirmeye çalışıyordum. Bir keresinde önemli bir randevum vardı. Eşimle hazırlanıp oraya gidecektik. Ancak o sırada içimde torunumu görme arzusu doğdu. Ben, “Gidip torunumu göremeden bir yere gitmem,” dedim. Eşim bana tuhaf tuhaf baktı. Akli dengemi test eder gibiydi. Hiddetlenerek, “Torununu görmen için önce tren yolculuğu, sonra araba ve ardından da at arabasıyla yolculuk gerekiyor. Ve bundan sonra da yetişmemiz gereken bir randevumuz var! Emin misin?” Dedi. Eşim burnundan solusa da ben o zahmeti göze alıp torunumu görmeye gittim. Sonra da randevumuza yetiştim.”

Sonradan kazanılan özgürlüğün tadı bambaşka olmalı. Onun da hakkını verecek miyim bilmiyorum. Doğrusu insanoğlu hiçbir şeyin hakkını tam olarak yerine getirmiyor. Allah’ın verdiği ömrü, vakti, sağlığı, bedeni ve zihni harap edip duruyoruz.

Şayet özgürlüğün ışığını yeniden görebilsem, hayatımın ikinci yarısına başlamış olacağım. Akranlarımı çeyrek asır geriden takip edeceğim. Aile hayatı kurmak, bir meslek ile geçimini sağlamak… Fâniliğini iyice hissetmiş olduğum hayatın bir köşesine tutunup gideceğim. Elbette en büyük özgürlük Allah’a kul olma mutluluğudur. Bizim burada bahsettiğimiz dünya özgürlüğü. Ona hasret olduğumuz aşikâr. Burada yaşamımızın bir yanı kırık. Hiçbir şey bıraktığımız gibi olmayacak.

Zindanda her sabah sayım ile kaldırılıyoruz. Şöyle gardiyanın sayıma gelmediği bir sabaha uyanmak istiyorum. Evde özgür irademle kalkıp pencereleri açmak, çay yapmak, kahvaltımı ve yemeğimi kendi irademle seçmek… Belki o zaman özgür birey olabilirim.

Ne yazık ki mevcut iktidar başkalarına karşı pet cömert. Bize gelince mazeret diziyorlar. Biz de özgürlüğe özlemle bakıyoruz.

Mahkûmlar televizyonlardaki gezi programlarını pek severler. Özlemlerini bir nebze bu programları seyrederek gidermeye çalışıyorlar. Lakin işin gerçeği her seyrediş o hasreti yeniden depreştiriyor.

Nihayetinde bizim dualarımızın sonu “Elhamdülillah” tır. Cenab-ı Allah bize özgürlüğü tez elden nasip etsin. Özgür ortamda afiyet, saadet ve sıhhat versin.

İnnallahe ala külli şeyin kadir…

Bu yazıya tepkini ver!

Benzer Bloglar