
Özgürlük-Fırat Nart
Özgürlük havadır, sudur, ekmektir, aştır. Özgürlük yetim bir çocuktur. Başının okşanması, saçının taranması, giydirilip süslenmesi gereken bir çocuk… Özgürlük insan suretinde olsaydı mutlaka çok güzel olurdu. Özgürlük insanların elde etmek istediği en nadide elmas olurdu. Özgürlük zindanın kişiden alıp götürdüğü her şeye karşı yaşadığı hasretin oluşturduğu özlem olurdu. fırat nart |
TADILMAMIŞ MEYVE “ÖZGÜRLÜK”
Bu dünyada anlatılması, tarifi en zor olan bir şey varsa o da özgürlük olsa gerek. İslami literatürde kişinin Allah-u Teâlâ dışındaki şeylerden azade olup Allah’a kulluk etmesi ilk akla gelen asli tarifdir. Aynı şekilde kişinin beden değil de ruhen yaşadığı haller esaret ve özgürlük olarak tanımlanmıştır.
Bu tanımlar herkesçe bilinen doğru tanımlardır. Ben özgürlük deyince kişinin kendi iradesini kullanabilmesi olarak tanımlıyorum. Bu tanımın yirmi yılı aşkın zamandır mahpus olan biri tarafından yapıldığını bilmenizi isterim.
Özgür iradenin kullanılması mekânsal bir tutsaklık yaşamamış biri için pek bir anlam ifade etmeyebilir. Ama en basit yaşamsal şeylerden biri olan yeme, içme, yatma gibi konularda bile mahpus için bunları kendi istediği şekilde ve zamanda yapması imkânsızdır.
Örneğin sayım saatini dikkate almadan yatmayı özlemiştir mahpus. Zindanda günde iki kez bir kemiyet olarak sayılmaya alışmışsa da bu aşağılanmayı yaşamadan yaşamaya duyduğu özlemin adıdır özgürlük.
Bir çorba bile olsa bugün hangi yemeği ne kadar verecekler diye düşünmeden, kendi istediği yemeği istediği saatte yiyebilmektir özgürlük.
Yakınlarının onun için onca eziyete katlanarak gelip onunla yarım saat–bir saat görüşmelerini beklemeden gidip sevdiklerini, doya doya görebilmektir.
En mahremi olan eşiyle yaptığı konuşmanın kayıt altına alınmadan istediği iltifat ve sevgi cümleleriyle mahremiyetini, sevgisini, aşkını yaşayabilmesidir.
Esaret ve zindan dipsiz bir kuyudur. Mahpusu bu dipsiz kuyuya büsbütün düşüp yok olmaktan kurtaran iki halat vardır. Bu halatın iki ucundan biri imanı ve davasıdır. Diğeri de eşinin, çocuklarının, annesinin, babasının ve yakınlarının tuttuğu taraftır. Bu yakınlar bilirler ki bu ucu bırakırlarsa mahpus dipsiz kuyularda kaybolabilir. Bu yüzden mahpusun sevenleri onunla aynı acılara katlanır da onu bırakmazlar.
İki eliyle kuyunun dipsiz uçurumuna düşmemek için tutunan mahpusun eli, onu tutanlar tarafından bırakılırsa uzun süre tutunamayacağını hem kendisi bilir hem de tutanlar bilirler.
Esareti yaşamayan özgürlüğü bilemez. Bu sebeptendir ki rahat bir hayat sürenlerin özgürlük dediklerinde bu durum karşıdakilere ya çok basit ya anlamsız gelmektedir. Ama esareti tüm varlığıyla hatta ömrünün tamamıyla yaşayanlar için böyle değildir.
Ömrünün tamamını esaretle yaşayan ne demektir, tutsaklığı yaşamayan için bu sadece bir cümledir. Yaşayan için ise ilk etapta bir abartma olarak algılanır. Ben bunda bir abartma olmadığını öncelikle somut olarak anlatayım.
Yanımda henüz on sekiz yaşına yeni girmişken tutuklanıp zindana giren ve yirmi yedi yıldır zindanda kalan tanıdıklarım var. Doğumdan on beş yaşına kadar olan zamanı çocukluk olarak ele aldığımızda bu kardeşimizin zindan dışında yaşadığı hayat üç yıldır. Bunun neredeyse on katını zindanda geçirmiştir. Okuyucu için söz konusu süre rakamlardan ibaret olsa bile mahpus için esaret yaşadığı ömrüdür.
Esaret senden neleri alıp götürdü diye sorulursa, bu dünyaya ait olan neyi varsa alıp götürdü derim. Hayatımı, sevdiklerimi, annemi, babamı, evlatlarımı, alıp götürdü. İmanım ve davam zaten bu dünyaya ait değildir ki onu alıp götürebilsin.
Belki bu sebepten olsa gerek çok kısa süreliğine zindana gelip gidenler uzun zamandır zindanda olanlara biraz deli gözüyle bakarlar. Kim bilir yaşadıkları dünyaya göre haklı da olabilirler.
Mahpusların dünyaları küçüktür. Küçük dünyada sevinçler de küçük olduğundan dışardan bakanın bizi deli görmesinden daha doğal bir şey yoktur. Zira mahpus olmayanların ellerinin altında olan imkânların kıymetini bilmemeleri de bir delilik değil midir?
Zindan gerçekten diriler kabridir. Kabir diyoruz çünkü mahpus ve ölünün bir şeyleri yapıp etmede hiçbir farkı yoktur. Ölüye ameline göre adil–i mutlak tarafından yaşatılan bir kabir hayatı vardır. Ancak zindanda ölüden farkı olmayan kişiye ise çoğu zaman zalimler tarafından dayatılan bir ortam vardır. Diri diyoruz çünkü mahpusun yakınları için tamamen ölü değildir. Ölmüş olsa onsuz yeni bir hayata başlayabileceklerdir. Ölüden hiçbir farkı olmayan diri mahpuslar yakınlarıyla birlikte kısmen bir kabristan hayatı yaşarlar. Bu yüzden ölüden hiçbir farkları yoktur. Nasıl ki ölü, birilerinin kabristanına gelip bir dua, bir Yasin okumasını bekliyorsa, mahpusta görüş günlerinde birilerinin yolunu gözetler.
Özgürlük sevdiğine kavuşabilmektir.
Özgürlük anneni, eşini, çocuğunu istediğin zaman gidip görmektir. Mahpus olmayanlar, zindanda olmayanlar da biz de isteğimiz zaman gidip göremiyoruz, zaman, işler, koşuşturma buna engel oluyor diyebilirsiniz, ancak bu durum sizden kaynaklanan bir durumdur. Bunun için özgürlük iradedir dedik. Mahpus kendisinden kaynaklanmayan bir nedenden dolayı bunları yapamamaktadır. Zaten Allah-u Teâlâ karşısında da insanı sorumlu tutan şey irade değil midir?
Özgürlük verebilmektir. Zindandaki zaman alıcı konumundadır. Verebilmek, görebilmek, ihtiyacı giderebilmek özgürlükle ilgilidir. Mahpusun tüm varlığıyla, tüm benliğiyle öğrendiği yaşadığı şey acziyettir. Bir bebeğin acziyetini yaşar mahpus.
Bana özgürlük nedir diye sorarsanız acziyeti hiç yaşamamak veya çok az yaşamak derim. Mekânsal kısıtlamayı yaşamayanların bana güldüğünü görür gibiyim.
Özgürlük havadır, sudur, ekmektir, aştır.
Özgürlük yetim bir çocuktur. Başının okşanması, saçının taranması, giydirilip süslenmesi gereken bir çocuk…
Özgürlük insan suretinde olsaydı mutlaka çok güzel olurdu.
Özgürlük insanların elde etmek istediği en nadide elmas olurdu.
Özgürlük zindanın kişiden alıp götürdüğü her şeye karşı yaşadığı hasretin oluşturduğu özlem olurdu.
Esaret ve özgürlüğü, mahpus açısından en iyi tanımlayan yer görüş kabinleridir. Orada iki dünya vardır. Demir parmaklıkların ve camın içerisinde kalan mahpusun yaşadığı alan ve dünya, görüşçülerin mahpus duyguları yaşadığı kısmi esareti tattıkları fakat kısmen de olsa özgürlüğe açılan bir dünya.
Esareti mahpusun yakınları da yaşarlar. Ama kısmen, hem zamansal bir kısmilik, hem de mekânsal bir kısmilikle yaşarlar. Örneğin mahpusun Annesi, oğlunun özlemini tüm varlığıyla yaşar ama analık duygularını yaşayabileceği başka evlatları yanındadır. Kısacası anneliğini yaşayabilir. Ama mahpusun yanında bir başka annesi yoktur. Bir eş, eğer çocukları varsa sadece eşinden uzak kalmıştır. Evet, bir eşin yerini başka hiç kimse dolduramaz, ancak kısmen de olsa o duyguyu bastıracak.
Anne, evlat, dost akrabayı yanında bulabilir. Bir evlat açısından bakıldığında babasızlığı en iyi anlatacak bu durumdaki bir çocuk olur. Bazı duygular vardır ki onlar yaşanmadan anlatılamaz. Babasızlığı yaşamıştır ama en azından yanında annesi varsa kardeşi ve başka yakınları vardır. Bir mahpusun ise yanında dava kardeşlerinden başka kimsesi yoktur.
Özgürlük bu noktada kimsesizliği yaşamamak, eşten, evlattan, anneden, babadan ve dostlardan uzak olmamak diye ifade edilemez mi?
İçimden geldiği gibi yazdığımdan düşünceler karışık, duygular müşevveştir, okuyucunun affına sığınıyorum.
Özgürlük ulaşılamayan bir hayal, dokunulamayan hatta yanına bile yanaşılamayan bir sevgilidir.