
Zindan Hatıraları-Bilgisayar
BİLGİSAYAR KURSU
Odamızda her şey yolundaydı. Yaşantımız yine monoton bir hal almıştı. Ama bu duruma artık yabancı değildik. Alışkın olduğumuz bir durumdu. Günler kendi seyrinde akıp gidiyordu. Cezaevi idaresiyle ve personeliyle aramızın iyi olmasından dolayı eğitim birimi bizim bilgisayar kursuna katılmamızı istediklerinde bunu severek kabul ettik. Bilgisayar Kursuna dokuz arkadaş birlikte katıldık. Bilgisayar hocamızın da ilgi ve alakası ile bilgisayar kullanmamış olan benim gibi acemiler için eğlenceli bir şeydi. Her şeyden daha çok çağın aleti olan bu cihazı kullanmak ve onun hakkında bilgi sahibi olmak çak cazip geliyordu.
Bilgisayar kursuna çıktığımız bölüm cezaevi kurslarının yapıldığı bölümdü. Bilgisayar kursunda bilgisayar eğitimimizle meşgulken, diğer odalarda Berberlik ve o an için açılmış olan Dart kursu eğitimi veriliyordu. Derslerin ara verildiği teneffüslerde bir araya geliyorduk. Adlilerle sohbet edip onlarla ilgilenmek bizim için daha öncelikliydi. Kurslara çıkmak istememizin sebeplerinden biri de adlilerle ilgileniyor olabilmemizdi.
Bilgisayar kursunun süresi iki aylık olarak düzenlenmişti. Bu iki aylık süre zarfında bilgisayarda öğrendiğimiz temel kuralları sürekli tekrar etmeye çalışıyorduk. Özellikle de bildiklerimizi unutmamak için hocamız sürekli olarak bize öğrendiğimiz konuları tekrar etmemizi söyleyip duruyordu. Ama belli bir süre sonra hep aynı şeylerle uğraşmaktan sıkılmıştık. Bu yüzden derslerle vakit geçirmekten ziyade derse girmeyip adli arkadaşlarla koridorda sohbet etmeye başladık.
Kurslarımız bittikten sonra ilgilendiğimiz adli arkadaşlardan iki–üç kişi namaza başlamıştı. Onlara özellikle “İlmihal” kitapları okumalarını tavsiye edip kendilerine okuyabilecekleri kitaplar veriyorduk. Onlarla spor sahasında karşılaştığımızda onlardaki değişime şahit oluşumuz en büyük mutluluğumuzdu.
Bilgisayar kursunun ardından “Kendi kendine bilgisayarla İngilizce Eğitim Kursu” için cezaevinin eğitim birimine başvurumuz da kabul edildikten sonra altı aylık bir eğitim sürecimiz başlamış oldu.
Her gün mesai saatleri içinde bilgisayar kursuna gidip kayıt yaptığımız bilgisayar kursunun bize verdiği CD’ler aracılığıyla İngilizce temel eğitim derslerine başlamıştık. Bilgisayar kursunda öğrendiğimiz bilgilerin bize faydasını görebiliyorduk. Bilgisayarda gördüğümüz İngilizce eğitimi günler geçtikçe semeresini veriyordu. İstenildiği gibi olmasa da bir şeyler öğrenmenin hazzını yaşıyorduk.
Altı aylık bir süre zarfında gördüğümüz İngilizce eğitimi bizim için temel olması açısından iyi olmuştu. İkinci aşamaya geçmek için cezaevi idaresinden talepte bulunduk. Talebimiz, adli arkadaşların da bilgisayarda İngilizce eğitimi için müracaatları olduğundan reddedildi. Bunu anlayışla karşılamıştık.
Bilgisayar kursunun ardından yeni açılan değişik kurslara katılmaya devam ettik. Muş cezaevinde sürekli olarak açılan kurslardan her fırsatta istifade ediyorduk.
Muş cezaevine geldiğimiz günden beri tekrar ailelerimize yakın olmak için sürekli diğer cezaevlerine sevk yazıyorduk. Sevklerimiz ret edildikçe, tekrar tekrar yazmaya devam ediyorduk. 2009’un ortalarında örgüt üyeliğinden ceza almış olan arkadaşlarımızdan dördü, belirli aralıklarla ilçe hakkını kazanıp Diyarbakır’ın ilçelerine gitmek için yazdıkları sevk talepleri olumlu gelince hiç vakit kaybetmeden gittiler. Sadece bir arkadaşımız Doğubayazıtlı olduğu için Ağrı Diyadin İlçesine gitti. Geriye yine biz müebbetlikler kalmıştık. Sayımız beşe düşmüştü. Ama bunun böyle kalmayacağını tahmin ediyorduk ki birkaç hafta sonra İstanbul’da yakalanan bir arkadaşın kesinleşen örgüt üyeliği cezası onaylandığı için tutuklanıp cezaevine konulmuştu. Daha sonra kendi isteğiyle akrabalarının bulunduğu Muş cezaevine sevk yazdıktan sonra yol parasını kendisi karşıladığı için hiç bekletilmeden Muş cezaevine getirilmişti. Bu arkadaş da Topluma Kazandırma Yasasından faydalandığı için, Muş cezaevi idaresi bu arkadaşın bizim yanımızda kalmasına önce müsaade etmedi. Onu müşahede odasına almışlardı. Arkadaşın bizim yanımıza gelmek için çabaları ve savcılığa verdiği dilekçeler sonuç vermişti. Cezaevi idaresi, yeni gelen bir arkadaşımızın olduğunu ve bizim yanımıza gelmek istediğini söyleyince bunun normal bir talep olmadığını biliyorduk. Normal şartlarda bir arkadaşımız cezaevine geldiği zaman, sorgusuz sualsiz onu bizim odamıza verirlerdi. Ama bu arkadaşı bize sorduklarına göre bu arkadaşın da zamanında Topluma Kazandırma Yasasına başvurduğunu anlamıştık.
Durumu kendi aramızda istişare edip aynı durumun Diyarbakır D Tipinde de yaşandığını ve onları odaya aldığımızı söylemem hepimiz için kararımızı vermemizde yardımcı olmuştu.
Cezaevi idaresinden arkadaşı kabul edeceğimizi söyledik. Arkadaşı odamıza getirdikten sonra kendisinden “Kendi isteğimle bu odada kalmak istiyorum” diye bir dilekçe aldılar. Böylelikle aramızdayken başına kötü bir şey gelmesine karşı cezaevi idaresi kendisini garantiye alıyordu. Bu, bizim için sorun olmadığı için arkadaştan istedikleri dilekçeyi yazmasını söyleyince, bu mesele de hal edilmiş oldu.
2009’un son ayında Diyarbakır D Tipinde bulunan arkadaşlarla mektuplaştığımız da, yeni sevklerin olabileceği ile ilgi haberler alıyorduk. Diyarbakır D Tipindeki arkadaşların dördünün Muş cezaevine sevk edildiğini duyduğumuzda, bunun iyi mi yoksa kötü mü olacağı hakkında kendi aramızda konuşup duruyorduk. Yine de gelecek olan arkadaşlar için hazırlık yapmaya başlamıştık. Diyarbakır D Tipinde bulunan birçok arkadaşın sevkleri değişik cezaevlerine çıkmıştı. Kimisinin Ordu’ya kimisinin Giresun’a çıkmıştı. O yüzden Muş cezaevine gelenler kendilerini şanslı olarak görüyorlardı.
Arkadaşların gelmesi uzun sürmedi. Bir akşamüstü yatsıdan sonra kapımız açılınca, arkadaşlarımız ellerinde eşyaları ile içeriye girdiler. Kendilerini oda kapısında karşıladık. Tanıdık birini görmenin verdiği rahatlıkla odaya girdiler. Diğer arkadaşlar da yeni gelenleri karşılayıp tanıştıktan sonra hiç vakit kaybetmeden yeni gelen arkadaşların eşyalarını dolaplarına bırakıp yataklarını yapmaya başladık. Elbiselerini yerleştirmek için daha çok vakitleri olduğundan ilk olarak yataklarını yapmamız gerekiyordu. Arkadaşların yataklarını yapanların dışında kalanlar ise yeni gelen arkadaşlar için yemek ve çay hazırlamakla meşguldüler. Arkadaşların yol yorgunluklarını üzerlerinden atmak için herkes elinden geleni yapıyordu.
Yeni gelen arkadaşlar her ne kadar kendilerine gösterdiğimiz ilgiden memnun olsalar da yine de memleketlerinden ve ailelerinden uzaklaşmanın hüznünü yaşadıkları her hallerinden belli oluyordu. Bu konuda bizim yapacağımız bir şey olmadığı için sadece onların acılarını kendi hallerinde yaşamaya bırakmıştık.
Arkadaşlar Muş cezaevindeki şartların olumlu oluşuyla biraz teselli bulmuşlardı. Onlarla birlikte çıktığımız spor faaliyetinden memnun kalmışlardı. Sayımızın on kişi olmasının yanı sıra yeni gelenlerin futbolu iyi oynamalarının etkisi ile çok iyi bir takım çıkarmıştık. Neredeyse birlikte spor faaliyetine çıktığımız tüm odaları futbolda mağlup ediyorduk. Öyle ki bizi spor faaliyetlerine çıkaran personel, oynadığımız futboldan etkilendiği için bize “İman Gücü” diye tezahürat yapıyordu. Çok kısa bir süre sonra bu isim tüm adli mahkûmlar arasında duyulmuştu. Biz futbol oynarken, adli arkadaşlar da bize “İman Gücü” diye tezahürat yapmaya başlamışlardı.
Yeni gelen arkadaşlar da hiç vakit kaybetmeden Bingöl ve Batman cezaevlerine sevk yazmaya başlamışlardı. Muş cezaevinin şartları her ne kadar iyi olsa da bizim için önemli olan ailelerimizin ziyaretlerimize rahatça gelip gitmeleriydi. Bu yüzden onlara daha yakın olmak için sevk yazıyorduk.
Cezaevinden bir başka cezaevine kendi isteği dışında gönderilenler altı ay sevk yazamıyorlardı. Kendi isteği ile başka bir cezaevine gidenler için bu süre bir yıldı. Yine de araya giren kişiler aracılığıyla sevk talebinde bulunanların talepleri kabul ediliyordu.
İki ay sonra sevk işlerini ayarlayanlardan biri Bingöl’e biri de Batman’a sevk oldu. Bir diğer arkadaş ise bir milletvekilinin aracılığı ile tekrar Diyarbakır D tipine sevkini yapmayı başarabilmişti.
Sayımızın azalması bizim için de iyiydi. Ama bundan daha iyisi ise arkadaşlarımızın ailelerine yakın bir yere gitmeleriydi.
Birlikte spora çıktığımız odalar üç ayda bir değişmeye devam ediyordu. Son yapılan düzenleme ile 45. Oda ile 9. Odayla birlikte spora çıkmaya başlamıştık. Yaklaşık bir ay sonra 45. Odada kalan bir arkadaşın başına gelen üzücü olay hepimizi şok etmişti. 45. Odadaki arkadaşın henüz on beş yaşına yeni girmiş olan kızı ortada hiçbir sebep yokken intihar edip hayatına sor vermişti. Bu üzücü haberin arkadaşı nasıl yıprattığını kendi gözlerimizle görmüştük. Geçen hafta spor sahasında gördüğümüz arkadaş gitmiş yerine bir anda yaşlanmış biri gelmişti. Hani bazı musibetlerin ağırlığı kişinin saçlarını ağartacak kadar ağır olur ya, bu arkadaş da öylesine bir musibeti yaşamıştı.
Bu olay beni çok etkilemişti. Çünkü benim de o zamanlar henüz on bir yaşında olan bir kızım vardı. Kendimi o arkadaşın yerine koyup empati yaptığımda, yüreğimde hissettiğim acı sanki gerçekten kızımı kaybetmişim gibi bir acı çektim.
Henüz on beş yaşında hayatın dert ve sorunlarıyla karşılaşmamış olan bir gencin intihar etmesinin üzerindeki sis perdesi bir türlü aralanamadı. Benim aklıma ilk gelen şey, babasının cezaevinde olması sebebiyle intihar etmiş olabileceğiydi. Bir gün böylesine bir şeyin kızımın da başına gelmemesi için Rabbime gözyaşları içinde yalvardım. Gece boyunca kıldığım namazlarımda alnımı secdeye bırakıp gözyaşlarımı şefaatçi ederek Rabbimden beni böylesine ağır bir musibetle imtihan etmemesi için dua ettim.
2010 yılında cezaevi idaresi tarafından cezaevi içinde Voleybol ve Futbol turnuvaları düzenlendi. Sayımızın az olmasından dolayı, takım çıkarmakta yetersiz olan adli odalarla ortak olarak turnuvaya katılmamıza idare olumlu baktı. Eski arkadaşlarımız olmadığı için futbolda artık gözde değildik. Ama birlikte turnuvaya katılacağımız oda ile yine de favori takımlar arasında gösteriliyorduk. Voleybol turnuvasının ikinci turunda elendik. Birlikte turnuvaya çıktığımız odada hiçbir arkadaş Voleybol oynamasını bilmediklerinden bu beklediğimiz bir durumdu.
Ama futbol turnuvasında karşılaştığımız dört takımı eleyip final oynamaya hak kazanmıştık. Finale çıkan dört takım arasında çekilen kura sonucu maçların oynanacağı gün cezaevi Savcısı ve birkaç sivil toplum kuruluşu maçları seyretmeye geleceklerinden, cezaevi idaresi hazırlıklar üzerinde ciddiyetle duruyordu. İlk maçımızı kazanmanın yanı sıra, gösterdiğimiz centilmenlik izleyicilerin gözünden kaçmamıştı. Birincilik için yapılan maçta kaybedip ikinci olduk. Ancak maçı izlemeye gelenler, ikincilik ödülüne ek olarak centilmenlik ödülü diye bir ödül olsaydı, onu da bize vereceklerini söylediler.
Turnuvaları seyretmeye gelen cezaevi Savcısı ve Sivil Toplum Kuruluşlarının yetkilileri cezaevi Müdürünü tebrik ettiler. Mahkûmlar için iyi şeyler yapıp bu konudaki gayretlerinden dolayı takdirlerini belirtmeleri, birinci Müdür için çok önemliydi. Daha sonra hep birlikte hatıra fotoğrafı çektirip dağıldık.
Muş cezaevinde başımıza gelen en kötü talihsizlik ise görüşümüze gelen ailelerimizin geçirdiği trafik kazasıydı. Ailelerimizin kaza geçirmesi yüzünden çok endişelenmiştik. Allah’a şükürler ki hiç birine ciddi anlamda bir şey olmadan küçük sıyrıklarla kazayı atlatmaları bizim için tek teselliydi. Ailelerimizin geçirdiği trafik kazasının ardından duyduğumuz endişe ile ortaya yeni bir fikir çıkmıştı. Fikri ortaya atan arkadaş düşüncesini bizimle paylaşıp “Bir müddet ziyaretçilerimiz gelmeseler daha iyi olmaz mı?” dedi. Bu konu hakkında konuşup ortaya atılan fikri değerlendirdik. Her ne kadar ailelerimiz için endişe ediyorsak da, onların görüşümüze gelmemeleri hem bizim açımızdan hem de onlar açısından başka sıkıntılara sebebiyet verecekti. Bu nedenle kazaya rağmen ziyaretçilerimizin gelmesinin daha iyi olacağı kararına vardık. Yaşanan kaza yüzünden kendimizi suçlamak yerine Allah’a tevekkül edip kararı ziyaretçilerimize bıraktık. Ailelerimiz de bizim gibi düşündüklerinden ziyaretimize gelmeye devam ettiler.
2012 yılında hâlâ sevk yazmaya devam ediyorduk. Hiç birimizin sevk talebi olumlu gelmiyordu. Sebebini bilmediğim bir bunalım yaşıyordum. Belki maneviyatımın zayıflığının sebep olduğu bir durumdu, ama o kadar sıkılmaya başlamıştım ki ne yapacağımı bilemiyordum. Sevk taleplerimizin olumsuz gelişinin etkisi olduğunu kesin olarak bildiğim bir sıkıntıydı bu. Son dönemlerde en çok istediğim şey yalnız kalmaktı. Kendimle bir iç muhasebe içine girmiştim. Her geçen gün daha bir dibe battığım kesindi. İşin tuhaf yanı ise bu sıkıntıdan kurtulamıyordum. Her ne yaptımsa beni daha çok sıkıyordu. Öyle ki derslerime ara vermek zorunda kaldım. Ama bu bile çözüm olmadı.
En son yazdığım sevk dilekçesinde “Sevk talebimin tekrar ret edilmesi durumunda sevk yazabileceğim yerlerin belirtilmesini rica ediyorum” diye bir not düştüm. Tahmin ettiğim gibi sevk talebim tekrar ret edilmişti. Cezaevi kanalı ile Karadeniz bölgesine sevk yazdığım takdirde, talebim değerlendirmeye alınacak, diye söylendiğinden Karadeniz’e sevk yazmaya karar verdim.
İçimdeki sıkıntıların tek çözümü elimden geldiğince uzaklara gitme gibi geliyordu. Uzaklara gitmeyi, yalnız kalmayı ya da en azından ortam değiştirmeyi çok istiyordum. Bu yüzden Karadeniz bölgesinde yeni açılan Bafra T Tipi Kapalı Cezaevini sevk dilekçeme ekleyip gönderdim.
Oda arkadaşlarım Bafra cezaevine gitmemem konusunda bana çok baskı yapmalarına rağmen ben içimdekilerini onlara anlatamadığım için olsa gerek, hiç birinin nasihatlerine kulak asmadan kararlı olduğumu söyledim.
Sevk dilekçesini göndermemin ardından bir hafta sonra Bafra talebim olumlu gelmişti. Arkadaşlarım Bafra sevkimi iptal etmem için tekrar bana baskı yaptılar, ama ben kararlıydım.
Yazdığımız sevk dilekçelerin kuralları vardı. Her şeyden önce en az üç yer yazmak şartı vardı. Bir de sevk için yol masraflarını kendimiz ödeyeceğimizi belirtmemiz gerekiyordu. Bunlar eksik olduğu zaman sevk dilekçemiz gönderilmezdi. Yazdığımız sevk dilekçesinde üç seçenek mecburi olduğu için istemediğimiz cezaevlerini yazmak zorunda kalıyorduk. O yüzden zorunlu olarak yazdığımız üç cezaevinden istediğimiz yer dışında başka bir yere sevkimiz çıktığı takdirde bu sevki iptal etme hakkımız da oluyordu.
Arkadaşlarımın iptal etmemi istediği Bafra sevkimi iptal etmeyip bir an önce gitmek istiyordum.
Sevkimin çıktığı zamanlar, Muş cezaevi kapasitesi doluluğu nedeniyle yüzden fazla mahkûmunu Bakanlık kararıyla Karadeniz’in değişik cezaevlerine gönderecekti. Ben de bu fırsatı değerlendirdim. Bafra’ya yakın olan Ordu’ya gönderilecek olan mahkûmlarla birlikte benim de gidebileceğimi söylediklerinde, ben de bunu kabul ettim. Bir hafta sonra yola çıkmak için hazırlık yapmamızı söylediler. Arkadaşlarımla geçireceğim son günlerde biraz olsun sıkıntılı halimden kurtulmak için elimden geleni yaptım. Onlarla son günlerimizi güzel geçirmek için arkadaşlarım da ellerinden geleni yapıyorlardı. Yola çıkma zamanı gelmişti. Eşyalarımı hazırlamıştım. Sabah 6.00’da yola çıkmamız için hazır olmamızı söylemişlerdi. Son günümde arkadaşlar Bafra’ya gitmemem için son kez beni kararımdan vazgeçirmeye çalıştılarsa da onlara; “Bu son günümüzde kararımda hiçbir değişiklik olmayacağı için daha güzel şeyler konuşalım” diyerek konuyu değiştirdim.
Gece boyunca yatmadan arkadaşlarla sohbet ederek geçirdik. Sabah 6.00’da beni çağırdıklarında arkadaşlarımla vedalaşıp helalleştikten sonra eşyalarımı alıp odamdan çıktım.
Sevkleri çıkan mahkûmların hepsi cezaevinin giriş bölümünde toplandıktan sonra eşyalar konusunda sorun çıktı. Toplamda on üç kişiydik. Herkes eşyalarını ortalığa bırakmıştı. O kadar çok eşya vardı ki bu manzara askerin dikkatinden kaçmamıştı. Komutan yanımıza gelip “Ring aracında yeteri kadar yer olmadığı için herkes sadece bir parça eşya alacak” diye söylediğinde hepimiz söylenmeye başlandık. Ama asker bu konuda haklıydı. O eşyalar değil ring aracına bir kamyonete bile zor sığardı.
Askerin dediğini yapıp önemli eşyalarımızı hemen orada çok çabuk bir şekilde bir parça haline getirmeye çalıştık. Geri kalan eşyalarımızın koli olarak ardımızdan gönderileceğini söylediklerinde geri kalan eşyalar için endişelenmeyi bırakıp eşyalarımızı ring aracına yerleştirdik.
Eşyalarımızın ardından ellerimize takılan kelepçelerle 7.30’da yola çıkabildik. Ring aracı “Sultan” adı verilen araçtı. On iki kişilik olan araçta yer olmadığı için, tek siyasi ben olduğumdan geçici olarak arka koltukta askerlerin arasında yolculuk yapmam gerekti. Adli mahkûmların her biri değişik cezaevlerine bırakılacağı için asker bir güzergâh belirlenmişti. İlk olarak uğramamız gereken yer Erzurum Cezaeviydi. Orada üç mahkûm bıraktıktan sonra araçta yer açıldığı için geri kalan yolculuğumuzu adli arkadaşlarla yaptım.
Erzurum’dan sonraki durağımız Gümüşhane’ydi. Orada beş mahkûm bırakıp bir mahkûmu Trabzon’a bırakmak için aldık. Gece saat on gibi Trabzon E Tipi Kapalı Cezaevine giriş yaptık. Trabzon’a Gümüşhane’den aldığımız mahkûmla birlikte üç kişi bıraktık. Gece geç olduğu için geceyi Trabzon’da geçirdik. Bizi ring aracından çıkarıp bir geceliğine cezaevinin müşahede odasına aldılar. Sabah 6.00’da hazır olmamızı söylediler. Sabah 6.00’da ben ve diğer iki mahkûm tekrar ring aracına binip yola çıktık. Ordu E Tipi cezaevine giriş yaptığımız zaman öğle vakti olmuştu. İki mahkûmu cezaevine teslim ettikten sonra öğle yemeği için bir müddet daha cezaevinde kaldık. Bu süre zarfında beni sadece ihtiyacımı görmem için bir sefer çıkardıktan sonra tekrar ring aracına aldılar. Askerler yemeklerini yedikten sonra tekrar yola koyulduk.
Samsun’da ring aracımız bozuldu. Güvenlik gerekçesiyle bir benzinliğe girmek zorunda kaldık. Aracın şoförü elinden geleni yaptığı halde üstesinden kalkamadığı bir arıza olmuştu. Şoför ring aracını bir şekilde sanayiye kadar götürmeyi başarmıştı. Sanayi sitesinde ring aracını gösterdiği ustadan işinin uzun olacağını öğrenince, askerler mecburen Bafra T Tipini arayıp kendi durumlarını belirterek beni almaları için bir ring göndermelerini istediler. Bafra T Tipine ait ring aracı bir saat sonra askerlerin tarif ettiği sanayi sitesinden beni teslim aldıktan sonra kendi araçlarına aldılar.