41.39
  
48.32
  
109449.00
  
96.57

Zindan Hatıraları-Elazığ

Zindan Hatıraları-Elazığ

ELAZIĞ CEZAEVİ

Elazığ’dan mahkemeye gelenlerin mahkemeleri bitince, onlarla birlikte yaklaşık üç saatten biraz fazla yolculuk yaptıktan sonra Elâzığ cezaevine vardık. Birlikte geldiğim arkadaşlar cezaevi girişinde gardiyanlarla selamlaştıktan sonra onlar odalarına doğru gittiler. Ben ise kayıt işlemleri için bekletildim. İlk olarak askerlerin yaptığı kayıt işleminden sonra yanımdaki eşyaların aranmasına geçildi. Yanımda artık bir mahkûm sayılabilecek kadar eşyam vardı. Eşyalarımın geneli kitaplardan oluşuyordu. Bir yıl içinde küçük bir kitaplığa sahip olmuştum. Arapça derslerinden arta kalan zamanlarda kitap okuyordum. Merak ettiğim konularla ilgili kitapları yayınevlerine mektuplar yazarak indirimli alabildiğimizden ilk olarak ben de okuyacağım kitapların bir listesini çıkarıp yavaş yavaş onları almaya çalışıyordum. Şimdilik yanımdan hiç ayırmadığım bir takım Risalem vardı. Bir de beş on tane tekli kitap.

Asker aramasını bitirdikten sonra bu sefer beni gardiyanlara teslim ettiler. Gardiyanlar pek sıkı arama gereği duymadan benim hakkımda bilgi sahibi olabilmek için “Ne zamandan beri tutuklu olduğumu, hangi maddeden yargılandığımı, Elazığ cezaevine geliş nedenimle” ilgili sorular sorduktan sonra burada kiminle kalmak isteyip istemediğimi sormaları beni şaşırtmıştı. Yani istediğim odaya gidebilirdim. Ama ben bunun için hiçbir hazırlık yapmadığımdan birlikte kalmak istediğim arkadaşların benimle kalmak isteyip istemediklerini bile bilmiyordum. Bu yüzden ilk başta geçici olarak kalacağım bir odaya gitmek, sonra birlikte kalmak istediğim arkadaşlarla konuşup fikirlerini aldıktan sonra kalmak istediğim odayı belirlemek için tercihi cezaevi idaresine bıraktım. Gardiyanların benimle işleri bittikten sonra, bir gardiyan eşliğinde B/7 ye istenince, eşyalarımı alıp gardiyanı takip ettim.

Elazığ cezaevi Urfa cezaevi gibi E tipiydi. E tipi cezaevlerinin mimari projeleri aynı olsa da bazı ufak tefek değişikler de yok değildi. Örneğin Urfa’da mutfak alt kattayken Elazığ’da ise en son bloktaydı. Odalar birbirine benzemesine rağmen büyüklük ve küçüklük olarak farklıydılar. Elazığ cezaevi daha temiz ve bakımlıydı. Koridorlar yeni boyanmış gibiydi ve yerlere döşenen fayanslar cezaevinin inşaattan yeni çıktığı izlenimini veriyordu.

B/7’nin kapısına geldiğimizde Gardiyan; “Sizin arkadaşlarınız Cezaevimizin en iyi mahkûmlarıdırlar.” diyerek kapıyı açıp beni içeri aldı. Kapının açıldığını duyan oda sakinleri kapıya gelip beni karşıladılar. Yeni biri odaya geldiği zaman onu karşılamak ve onu ağırlamak adettendi. Oda sakinlerinin her biri ev sahibi gibidirler. Herkes elinden geleni yapmaya çalışarak gelen yeni misafire yardımcı olmaya çalışırlar.

Elimdeki eşyaları görünce yeni yakalanan biri olmadığımı anladılar. Elimdeki eşyaları almak için bana yardımcı olmaya çalışan Rıza “Abi hangi cezaevinden geliyorsun?” diye sordu. Urfa cezaevinden geldiğimi söyleyip içeri geçtim.

B/7 odası tek katlı bir odaydı. Üst katı konferans solunu olarak kullanılıyordu. Oda ortadan bir duvarla ayrılmış iki kısım haline getirilmişti. Arka taraf ranzaların olduğu yatakhane olarak kullanılıyordu. Ön taraf ise yemekhane ve oturmak içindi. Tek katlı olmasına rağmen çok geniş bir odaydı. Meğer B/7 cezaevinin en geniş odasıymış. Bu odada benimle birlikte on iki kişi olmuştuk. Çift katlı altı ranza duvar kenarına dizilmişti. Boş olan ranzaya yerleşmek için oda arkadaşları eşyalarımı geçici olarak boş olan ranza ve dolaba bırakıp dinlenmemi, daha sonra eşyaları birlikte yerleştireceklerini söyleyince ben de onlara uyup ön taraftaki bölümde duvar diplerine serilmiş olan minderlere geçip oturduk.

Odada bulunanlar gelip etrafıma oturarak merak ettikleri soruları sormaya başladılar. Urfa cezaevinin durumu ve şartlarını merak edenlere bildiğim kadarıyla anlatmaya çalıştım. Asıl merak ettikleri ise benim kim olduğumdu. Odada bulunanlardan hiç kimseyi tanımıyordum. Bu durum biraz tuhaftı. Çünkü odamızda yaklaşık olarak 3 Diyarbakırlı 8’i ise Erganili arkadaşlar olmasına rağmen kimse benim adımı bile duymamıştı. Yaklaşık bir buçuk yıla yakın bir süredir tutuklu olduğumu söylemem onları daha bir şaşırtmıştı. Çünkü birisi yakalandığı zaman onu mutlaka tanıyan birileri olurdu. Ve en kısa zamanda o şahıs hakkında bilinmesi gereken tüm bilgiler çok kısa bir süre zarfında tüm tutuklular arasında yayılırdı. Ama nedense şu andaki arkadaşlardan hiçbiri benim ismimi bile duymadıklarını söylüyorlardı. Bu durum onlara tuhaf geldiğinden beni daha iyi tanımaya çalışmak için daha özel sorular sormaya başladılar. Sordukları sorulardan aldıkları cevaplar onları tatmin etmediği gibi kafaları daha bir karışıyordu. Özellikle abimin Cahit GÜNDÜZ olduğunu söyleyince daha bir şaşırıyorlardı. Abimi yakından tanıyan birkaç kişi vardı. Ama onlar da benim gibi bir kardeşinin olduğunu duymadıklarını söylüyorlardı. Abim 1994’den itibaren yakalandığı için neredeyse o zamandan beri cezaevinde olanlar tarafından çok iyi tanınıyordu. Onu şahsen tanımayan bile ismini çok duymuşlardı. Ama benim hâlâ onun kardeşi olup olmadığım konusunda şüphe ediyorlardı. Çünkü bu zamana kadar abimi ziyaret etmemiş olmam ve kendisiyle bir bağım olmadığı için abimin arkadaşlarının benden haberdar olmamalarını normal karşılıyordum. Bu konunun neden bu kadar önemli olduğunu anlamıyordum. Ta ki kısa bir süre sonra yanımızdan kalkan ve oda sorumlusu olan Muhammed adındaki arkadaşın havalandırmaya çıkıp arka odaların havalandırma duvarına sertçe vurmaya başlamasına kadar. Arka havalandırmadan ses gelmeye başlayınca karşılıklı yüksek sesle konuşmaya başladılar. Meğer arka taraftaki tüm C kısmında bizim arkadaşlar kalıyormuş. Özellikle tam da bizim arka taraftaki odada ise geneli Diyarbakırlı olan arkadaşlar olduğu için Muhammed abi benim gelişimi haber vermekle birlikte benim kim olduğumu onlardan öğrenmek istiyordu. Benim geldiğimi söyleyip tanıyıp tanımadıklarını sorduğunda, biz içerde oturanlar sesleri çok net duyabiliyorduk. Muhammed abinin bu konuya neden bu kadar taktığını anlamasam da yine de sordukları sorulara elimden geldiğince cevap vermeye çalışıyordum. Sadece yapılanların tedbir amaçlı olabileceği aklıma geliyordu. Arkadaşlarımızın kaldıkları tüm cezaevlerinde tedbirli davranmak için birçok nedenleri vardı.

Muhammed abi arka odada bulunan arkadaşlar içinde beni tanıyan birisinin mutlaka olabileceğini düşünüyordu. Ama yanılmıştı. On altı kişilik Diyarbakırlıların ağırlıklı olduğu odada beni tanıyan kimsenin çıkmaması Muhammed abiyi tam endişelendirmişti. Muhammed abi bu endişesini yenebilmek adına tekrar yanıma gelip Elazığ cezaevinde bulunan Diyarbakırlı arkadaşlardan kimi tanıdığımı sordu. Ona tanıdığım birkaç isim verebildim. Ama anlaşılan verdiğim isimlere o an için ulaşması pek mümkün olmadığından, kendisi tanınan Diyarbakırlı birkaç arkadaşın ismini söyleyip onları tanıyıp tanımadığımı sordu. Ama Muhammed abinin sorduğu arkadaşları gerçekten de tanımıyordum. Muhammed abi bu duruma bir anlam verememişti. Kafası tam karışmıştı ki yardımına havalandırma duvarından gelen sesler yetişti. Arka odadan çağırıyorlardı. Benim gelişim kısa bir süre sonra arkadaşların bulunduğu tüm odalarda duyulmuştu. Beni tanıyanlar selam göndermişlerdi. Bazı arkadaşlar da onların yanına gitmem için haber göndermişlerdi. Muhammed abi duvar arkasından aldığı bu haberlere seviniyordu. Yüzündeki endişeler silinmişti. Havalandırmada işi bitip tekrar yanıma geldiğinde yüzü gülüyordu. Arka odadaki arkadaşlardan bazıları benimle konuşmak istedikleri için, Muhammed abi benim de havalandırmaya çıkmamı istedi. Arka taraftaki odalardan benimle konuşmak isteyenlerin olduğunu söyleyince sesimi yükseltip tanımadığım ve görmediğim birisiyle konuşmaya çalıştım. Meğer abimin eski arkadaşıymış. Abimi merak ettiği için onun durumunu sormak için benimle konuşmak istemiş. Abimle ilgili sorduğu soruları cevapladıktan sonra, en kısa zamanda hobi denen cezaevindeki sosyal faaliyet alanında buluşmak ve konuşmaya kaldığımız yerden devam etmek için sözleşip konuşmayı sonlandırdık.  

Tekrar içeri geçip hazırlanan çay eşliğinde muhabbet etmeye başladık. Bana Elazığ cezaevinin şartlarından söz ediyorlardı. Ben de onlara Urfa cezaevinin şartlarından söz ediyordum. Cezaevinin verdiği yemekler ve görüş sürelerinin yanı sıra gardiyanların bize karşı tutum ve davranışlarından söz ediyorduk. Her iki cezaevi arasında bir kıyas yapmaya çalışıyorduk. Anlatılanlara bakılırsa Elazığ cezaevinin şartları Urfa cezaevinden çok daha iyi görünüyordu.

Elazığ cezaevinde yaklaşık iki yüze yakın Hizbullah mahkûmu bulunuyordu. Bu kadar kalabalığın verdiği avantajlar da yok değildi. Cezaevi idaresi bakanlığın vermiş olduğu tüm hakları mahkûmlara vermeye çalışıyordu. Yeni çıkan yasalardan biri de mahkûmların haftada bir kez, telefonla yakın akrabalarıyla on dakika konuşmak hakkıydı. Urfa cezaevinde bulunduğum zaman bu yasa yürürlüğe girmişti. Ama cezaevi idaresi işi ağırdan alıyordu. Elazığ cezaevi ise yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte mahkûmların bu haktan bir an önce faydalanmaları için tüm hazırlıklarını çok kısa bir sürede bitirip bu uygulamayı yürürlüğe koymuştu.

Telefon görüşmelerinin rahat yapılabilmesi için telefon ankesörlerinin konulduğu bir yer tahsis etmemiş, mahkûmların bu haktan faydalanmaları için elini çabuk tutmuştu.

Telefon hakkı özellikle gurbet mahkûmu dediğimiz ailelerinden uzak cezaevlerinde kalmak zorunda olan mahkûmlar için güzel bir uygulamaydı. Haftalık kapalı görüşlere gelme imkânı bulamayan aileler, bu telefon hakkıyla bir nebzede olsa hasret gideriyorlardı. Bu her iki taraf için de güzel bir durumdu.

Cezaevindeki bir mahkûmun her zaman için önceliği ailesidir. Özellikle evli ve çocuk sahibi ise işte o zaman ailesinden ayrı ve uzak olmak ona en büyük ceza olarak yeterdir.

Bir mahkûma verilen cezanın yanı sıra bir de ailesinden uzak bir yere sürgün gönderilmesinin ayrı bir ceza olduğu kesindir. Ama bu cezayı daha çok aileler çekmek zorunda kalıyorlardı. Çünkü eşini, babasını, oğlunu veya herhangi bir yakınını görmek için asıl zahmete katlanmak zorunda kalanlar mahkûmun ailesidir.

Bir mahkûm için neredeyse tüm cezaevleri aynıdır. Her ne kadar bazılarının şartları farklılık arz etse de. Sonuçta mahkûm dört duvar arasında hayatını ikame etmek zorundadır. Her cezaevinin kendisine göre artı ve eksileri mutlaka vardır. Bu yüzden mahkûmu ailesinden ayırıp onu uzak bir yere göndermekle asıl cezalandırılan ise aileler oluyor.

Elazığ cezaevinin şartları her ne kadar Urfa cezaevine göre iyi olsa da sonuçta burası da bir cezaeviydi. Üzerimize kapanan demir kapılar ve ranzalar her cezaevinin özelliğiydi. Bazı şeyler cezaevlerinde hiçbir zaman değişmiyordu. O da akşam karanlığı çöktüğü zaman havalandırma kapısının kapanmasıydı. Bu, tüm cezaevlerinde var olan bir uygulamaydı.

Gardiyanın selam verip içeri girmesiyle havalandırma kapısının kapanma saatinin geldiğini anladık. Gardiyanı karşılayan Rıza, gardiyanın selamını alıp onun hal ve hatırını sordu. Rıza’yla gardiyan arasındaki diyaloğa bakılırsa buradaki arkadaşların gerek gardiyanlarla, gerekse cezaevi idaresiyle aralarının iyi olduğunu anlamıştım. Cezaevi idaresiyle ilişkilerin iyi olması kadar gardiyanlarla da ilişkilerin iyi olması önemliydi. Asıl muhatap olduğumuz ve kapıyı çaldığımızda kapıya gelen kişi gardiyandı.

Akşam olmuştu ve namaz için abdestler alınmış namaz için yine cemaat olmuştuk. Cezaevinin en güzel yanı olan “Cemaat halinde kılınan vakit namazları” bana çok ayrı bir tat veriyordu.  Namaz vakitleri, en çok sevdiğim şeydi. Cemaatle namazımızı kıldıktan sonra yemek hazırlığı başladı.

Yaz aylarında gündüzlerin uzun olması nedeniyle akşam yemeği erken yeniliyordu, ama bugün bir istisna yapıp yemeği akşam namazından sonraya ertelemişlerdi.

Sofraya oturduğumuzda konu yine Urfa cezaevinin yemekleriyle Elazığ’ın yemekleri hakkında konuşmak olmuştu. Urfa’nın yemeklerinin iyi ve kaliteli olduğunu söyledim. Gerçekten de Urfa cezaevindeki yemekler güzel ve kaliteli diyebileceğimiz türdendi. Yemek konusu cezaevlerinin en büyük sorunlarından birisidir. Mahkûmun başka imkânı olmadığı için cezaevinin verdiği yemeklerle idare etmek zorundaydı. Bu yüzden zaman zaman cezaevi idaresiyle konuşulduğunu, cezaevi Müdürüyle görüşüldüğünü ve cezaevi Müdürünün bu konu üzerinde titizlikle durduğunu söylediler.

Yemekten sonra çay eşliğinde sohbete devam ettik. Nerede ve nasıl yakalandığım sorulunca onlara yakalanışımı anlattım. Konu, yakalanmadan açılınca, diğer arkadaşlar da kendi yakalanışlarından birer anekdot anlatıyorlardı. Sohbet şakalaşmalarla ve yakalanış anılarıyla devam ederken yatsı namazı vakti gelmişti. Yatsı namazının ardından yatağımı yapmak için birkaç arkadaş bana yardımcı oldular. Elbise dolabımı ise başka bir gün düzenlemek için ertelemiştim. Yatağımı hazırladıktan sonra yatmak isteyenler ranzalarına çekildiler. Uykusu gelmeyenler ise ön tarafa geçip sessiz bir şekilde sohbet ediyorlardı. Her ne kadar sessiz konuşmaya çalışsalar da sesleri arka tarafa rahatça geçiyordu. Bunun için odayı ayıran duvarda kapı olarak bırakılan boş kısım battaniyeyle kapatılmış, ancak yine de ses yan tarafa geçiyordu. Sesten rahatsız olanlardan dolayı arkadaşlar konuşmalarını olduğunca sessiz yapmaya çalışıyorlardı. Buna ben de zamanla alışmak zorundaydım.

Yeni bir cezaevi demek benim için yeni alışkanlıklar demekti. Her cezaevinin kendisine göre fiziksel şartları vardı. Bu şartlar altında yaşamak zorunda olanlar da kendilerini bu şartlara göre alıştırmak zorundaydılar. On iki kişi kaldığımız bu odada da horlayanların olmasına hiç şaşırmadım.  Buraya da zamanla alışacağımı biliyordum. Çünkü başka alternatifimiz yoktu. Bunu kendime dert etmiyordum.

Cezaevinin değişmez kuralı, sabah sayımıydı. Sabah günün nöbetçisi kahvaltıyı hazırlayıp bizi saat 7,45’de kaldırdı. Kahvaltı her zamanki gibi cezaevi idaresinin verdiklerinin yanı sıra cezaevi kantininden alınan ekstra yiyeceklerle donatılmıştı. Kahvaltı sofrasına oturduktan sonra saat 8,15 civarında sayım geldi. Kahvaltının ardından bazıları cezaevi idaresinin açmış olduğu “Sebze ve Meyve yetiştiriciliği” kursuna gitmek için hazırlanıyorlardı. Kaldığım odadan dört kişi, diğer odalardan da başkaları olmak üzere her kurs en az on kişiden oluşuyordu. Daha değişik kurslar da açılmıştı. İsteyen, cezaevi idaresine dilekçeyle müracaat edip bu kurslardan birisine katılabiliyordu. Siyasi mahkûm olduğumuzdan, bizim için açılan kurslara adli mahkûmlar alınmıyordu. Onların bulunduğu kurslara da siyasi mahkûm alınmıyordu.

Saat dokuz olduktan sonra gardiyanın kapıyı açıp “Kursa gidecekler” diye bağırmasıyla Rıza gardiyanı karşılayıp arkadaşlara seslendi. Dört arkadaş kursa gitmek için odadan çıktıktan sonra geri kalanlar Risale dersi yapmak için oturduk. Bu dersler de bizim değişmezlerimizdi. Yaklaşık yarım saat süren Risale dersinin ardından on dakikalık bir teneffüs arası verildi. Sonra Arapça dersleri başladı. Herkesin ders gurubu belli olduğu için teneffüsün ardından Arapça derslerini yapmak üzere herkes bir köşeye çekildi. Bir tek ben boşta kalmıştım. İlk gün olduğu için derslere katılmamıştım.

Havalandırmaya çıkıp dolaşmaya başladım. Cezaevinde gördüğüm en geniş havalandırmaydı. Dün havalandırmanın bu kadar geniş olduğuna hiç de dikkat etmediğimi fark ettim. Aklıma gelen ilk şey bu havalandırmada güzel bir maç yapılabileceği olmuştu. Tek başıma havalandırmada volta atarken yaşadıklarımı düşünüp Rabbime dua ediyordum. Burasını bana hayırlı kılmasını isteyip durdum. Sonuçta bize bu şartları verenin de Allah azze ve celle olduğunu unutmamalıydım. Tüm nimetlerin Allah’ın bir lütfu olduğunu bilip şükrettim. Abimin de bir an önce gelmesi için dua ettim.

Zaman çok çabuk geçmişti. Arapça dersinin ilk bölümü bitmişti. Muhammed abi yanıma gelip bana eşlik etti. Arapça okuyup okumadığımı sordu. Arapça dersinde geldiğim yeri söyleyince henüz işin başında olduğum için bana göre bir ders halkasının bulunmadığını, ama birkaç gün içinde kendisiyle kaldığım yerden itibaren Arapça dersine başlayabileceğimizi söylemesi beni sevindirmişti. Muhammed abiyle sohbetimiz uzamıştı. Oysa içerdeki arkadaşlar ikinci derslerine başlamışlardı. Muhammed abiye bunu hatırlatma gereği duymuştum. Bir an için beni yalnız bırakmamak için derse girmediğini düşünmüştüm. Muhammed abiye “Benim yüzümden dersten geri kalmayın” dedim. Muhammed abi “Benim ders arkadaşlarım kursa gittiler. Kursları bitene kadar dersleri bir süreliğine erteledik. Ben de boş kalmamak için okuduğum derslerin tekrarı olsun diye arkadaşların dersine katılıyorum” dedi.

Muhammed abi yaklaşık otuz yaşlarında orta boylu esmer bir abiydi. Dışardayken öğretmenlik yaptığı okuldan “Hizbullah mensubu” olduğu için tutuklanmıştı.  

Muhammed abi bana cezaevindeki aktivitelerden bahsetti. Kaç kişi olduğumuzu ve hangi kısımlarda kaldığımızı anlattı. Daha sonra bana kaldığımız odanın bazı kurallarını hatırlattı. Bildiğim kurallar olsa da yine de bana hatırlatma gereği duydu. Odanın genel masrafının ortaklaşa karşılandığını, bunun dışında isteyenin istediğini almakta serbest olduğunu hatırlattı. Odanın işleri için nöbetlerin nasıl olduğunu ve benim de üç günlük misafirliğimin ardından nöbet listesine adımın yazılacağını söyledi. Bunları biliyordum. Yine de Muhammed abinin konuşmasını kesmemek adına onu dinliyordum. Her cezaevinde kaldığımız odalarda belirli kurallar vardı. Nöbet ve oda harcamaları onlardandı. Yalnız derslerde bir değişiklik olabiliyordu. İkindi vaktinde okunan Kur’an ile Risale dersleri zorunlu dersler arasındaydı. Arapça dersi her ne kadar zorunlu olmasa da başka alternatif olmadığı için o da bir nevi zorunlu dersler arasına girmişti. Ama buradaki bazı odalar ihtisas dersleri için ayrılmışlardı. Bazı odalarda ise Hafızlık yapılıyordu. Hafız olmak isteyenler bu odaya geçiyorlardı. Hafızlık odasının da kendisine göre kuralları vardı. Hafız olmak isteyenlerin uyguladıkları programlar, diğer odalardan daha farklıydı. Her şeyden önce sabah namazından itibaren uyanık kalanların okudukları Kur’an ezberi için kimse rahatsızlık duymamalıydı. Bu, birinci şarttı.

İhtisas odalarından biri de Risale odasıydı. Risale dersleri üzerine çalışmalar yapanların tercih ettikleri bu odanın da kendi kuralları vardı. Kur’an dersi dışında tüm vakitlerini Risale üzerinde yoğunlaştırmışlardı. Havalandırmada volta attıkları zaman bile birbirlerine Risale anlatarak okuduklarını pekiştirerek Risale yazarı Üstad Beziuzzaman’ın düşüncesini anlamaya çalışıyorlardı.

İhtisas odalarından biri de el işi odasıydı. Her ne kadar ismi el işi odası olsa da orada da Arapça dersleri yapılıyordu. Sadece el işi yapmak isteyenler, el işi için kullandıkları yapıştırıcı türü şeylerden oda arkadaşları rahatsızlık duymasınlar diye böyle bir odanın olmasını uygun görmüşlerdi. Burada yapılan el işinin tek şartı ise derslere engel olmayacak şekilde bir çalışma yapılmasıydı. Cezaevinde bulunmamızın gayesi olan kendimizi dini ve manevi olarak eğitmek olduğu için ilk önceliğimiz bu konular üzerinde yoğunlaşmamızdı. Bu yüzden el işi bile olsa bu eğitim hiçbir şekilde ihmal edilmemeliydi.

Muhammed abinin bunları bana cezaevindeki durumdan haberdar olmam için anlattığını düşünüyordum. Oysa Muhammed abi “Eğer sen de başka bir odaya geçmek istersen bunları göz önünde bulundur” deyince Muhammed abinin ne demek istediğini yeni anlıyordum. Ama şimdilik oda değişikliği yapmaya niyetimin olmadığını, hobide tanıdığım arkadaşlarla konuştuktan sonra bir karar vereceğimi söyledim.

Cezaevinde oda değişikliği haftada bir gündü. Elazığ’da her Cuma cezaevi gözlem kurulu toplanıp kimlerin oda değişikliği talebi varsa değerlendirmeye alıyordu. Bu, bizim için de geçerliydi. Haftada bir gür olan değişikliğin ardından çok sık olmamak kaydıyla en az üç ay veya altı ay boyunca gidilen odada kalma zorunluluğu vardı. Bu uygulama, oda değişikliğinin keyfi bir şey olmaması için alınan tedbirdi.

Hobi günlerimiz hafta içi Çarşamba günleri sabah dokuzdan on bir buçuğa kadardı. Üç odadan otuz kişi çıkabiliyorduk. Odalar üç ayda bir değişiyordu. Böylelikle her oda diğer bir odayla çıkabiliyordu. Yarın bizim hobi günümüzdü. Kursa giden arkadaşlarla “Hasan’a söyleyin yarın hobiye çıksın” diye haber gönderen arkadaşlar olmuştu.

Çarşamba günü kahvaltıdan sonra tüm dersler kaldırılmıştı. Hobi günümüz olduğu için genelde herkes hobiye çıktığından dersler iptal edilmişti. Yine de derslerini yapmak isteyenler daha uygun bir vakitte derslerini yapıyorlardı. Hobiye çıkmak için saat dokuzda gardiyanın gelmesiyle odadan çıktık. Hobi dedikleri yer, bulunduğumuz odanın üst katındaki konferans salonuydu. Konferans salonunu mahkûmların sohbet etmeleri için tahsis etmişlerdi. Diğer odalardan gelen arkadaşla tanışıp onlarla musafaha ettikten sonra tanıdığım arkadaşları görmek bana çok iyi gelmişti. Dışardan da tanıdığım Tahsin’i görmem ayrı bir güzellikti.

Tahsin’le dışardan tanışıyorduk. Aramızda güzel bir dostluk vardı. Kendisi, Cemaatin hizmet alanında birlikte görev aldığım birsiydi. Diğer odalardan gelenlerle tanıştıktan sonra Tahsin beni alıp birlikte volta atmaya başladık. Bir yandan maziden söz edip hasret giderirken, bir yandan da ayrıldığımız günden itibaren neler yaptığımızı konuşuyorduk. Herkes kendisiyle konuşacak birilerini bulup volta atmaya başladı. Tahsin ilk olarak bana sitem edip neden kendisinin bulunduğu odaya gelmediğimi sordu. Aslında Tahsin’in Elazığ cezaevinde olduğunu biliyordum, ama onun yanına gitmeden önce odasının müsait olup olmadığını bilmek istiyordum. Meğer Tahsin benim gelişimi duyduktan sonra kendi odalarında kalmam için girişimlerde bulunmuştu bile. Sadece bu konuda ne düşündüğümü bilmediği için benim de fikrimi öğrenmek istemiş. Tahsin’in teklifi beni sevindirmişti. Cezaevindeki şartları göz önüne aldığımız zaman, tanıdık birileriyle kalmanın ne kadar güzel bir şey olduğunu inkâr edemeyiz. Her ne kadar hepimiz kardeş olsak dahi.

Tahsin’le yaklaşık iki buçuk saat hasret giderdikten sonra hobinin bitmesiyle odamıza geri döndük. Uzun süreden beri bu kadar uzun yürümediğimi fark ettim. Odaya geldikten sonra ayaklarımda ağrılar başladı.

Muhammed abiyle aramız artık daha iyi olmuştu. Birbirimizi zamanla daha iyi tanımaya başlamıştık. Öyle ki Tahsin’in, beni odalarına çağırdığını ve bu konudaki ısrarını Muhammed abiye anlatınca, bunu biraz ertelememi, birbirimizi daha iyi tanımak için bir müddet daha oda değişikliğini düşünmememi istedi. Muhammed abiyi kıramadım. Aslında benim de hiç acelem yoktu. Ben de başta Muhammed abi olmak üzere odadaki arkadaşları tanımak istiyordum. Bu yüzden Muhammed abinin teklifini kabul edip bir aylığına oda değişikliğimi erteledim. Durumu Tahsin’e söylediğimde biraz kızsa da, benim kararlı olduğumu görünce kararımı kabullenmek zorunda kaldı.

Muhammed abi ve odadaki diğer arkadaşlar ile birbirimizi yakından tanıdıkça aldığım kararın ne kadar doğru bir karar olduğunu daha iyi görüyordum. Bir söz var; “Çok okuyan değil çok gezen bilir” diye. Cezaevinde bize ait toplam on üç oda vardı. Her oda, başlı başına bir başka âlemdi. Elimden gelseydi, tüm odalarda belli bir süre kalmayı isterdim. Onlardan çok şey öğrenebiliyordum. Cezaevinde ne kadar farklı kişiyle kalsanız, o kadar tecrübe sahibi oluyordunuz.

Cezaevindeki her bir odanın kendine göre bir kuralı ve düzeni vardı. Kural ve düzeni bir olan iki oda bulmak neredeyse imkânsız gibi bir şeydi. Benzerlikler vardı, ama kesinlikle aynı değildiler. Her oda sakini arkadaşların farklılıkları ise asıl faktördü. Her bir arkadaşın alışkanlıklarının yanı sıra etkilendiği bazı uygulamalar da vardı. Örneğin bazılarının kuşlara karşı alerjisi vardı. Bazı odalar bu yüzden kuş besleyemiyordu. Kimisi temizlik konusunda takıntı sayılabilecek kadar hassastı, kimisi ise horlamalardan etkilenip yatamıyordu. Yani her bir arkadaşın hassasiyetine dikkat edildiği için odalardaki düzen farklıydı.

Asıl önemli olan ise insan tanımaktı. İnsanları tanımanın bir yolu da onlarla birlikte vakit geçirmekti. Gece gündüz birlikte kalmak zorunda kaldığımız kişiyi zamanla çok daha iyi tanıyabiliyorduk. Her ne kadar cezaevindeki kişiliğimiz ile dışardaki kişiliğimiz bir olmasa da bize bir ipucu vermeye yetiyordu.

Cezaevinde güzel dostluklar edinildiği bir gerçektir. Bana sorarsanız cezaevi dostluğu bir başkadır. Gerçek bir dost bulduğunuz zaman sizin cezaevindeki dert ortağınız oluyor. Dertlerinizi rahatça paylaşabildiğiniz birinin varlığı sizi de rahatlatıyor onu da.

Yaklaşık olarak iki aya yakın bir süredir kaldığım B/7’de Arapça derslerimi Muhammed abiden aldım. Muhammed abiyle her geçen gün aramızdaki güzel dostluğun temelleri sağlamlaşıyordu. Muhammed abiye oda değiştirmek istediğimi söyleyince üzüldü. Aslında oda değişikliğini düşünmüyordum. Ama Tahsin’le her hobide karşılaştığımızda illaki onların odasına gitmem için ısrar ediyordu. Ben de artık Tahsin’i daha fazla bekletmemek için oda değiştirmeye karar verdim. Muhammed abi oda değiştireceğimi daha önceden bildiği için bu sefer hiçbir şey demeden Cuma günü dilekçemi vermemi söyleyip hakkımda hayırlı olmasını diledi.

Cuma günü oda değişikliği dilekçemi verip C/15’e geçtim. Buna en çok Tahsin sevinmişti. C/15 on kişilik çift katlı bir odaydı. Büyük odalar dışındaki odalarda üst kat ve alt kat bir bütündü. Alt katta herhangi küçük bir ses bile üst katta yatanı rahatsız etmeye yetiyordu. Bu konuda büyük odalar avantajlıydılar. Çünkü büyük odalarda alt kat ve üst kat birbirinden bağımsızdı.

C/15 on kişilik için olsa da aslında altı kişilik için düşünülmüş bir odaydı. Ama cezaevlerinin kapasite doluluğu nedeniyle odalara daha fazla ranza atıp sayıyı yükseltmişlerdi. On kişiye göre çok dar olan bu odalarda yaşamak bile bir maharetti. Cezaevi idaresi için yeter ki odaya ranza girsin. Gerisinin hiçbir önemi kalmıyordu. On kişilik odada Tahsin’in benim için boş tuttuğu ranza dışında tüm ranzalar doluydu. Benim gelişimle birlikte oda tam on kişiye tamamlandı. Üst kat her zamanki gibi yatakhaneydi. İdarenin fazladan attığı ranzalar yüzünden oda daha bir dar olmuştu. Elbise dolaplarının birkaçını mecburen aşağı indirmek zorunda kalmışlardı. Üst kat aynı zamanda bizim için namazgâhtı. Namazlarımızı üst katta kılıyorduk. On kişi saf tuttuğumuzda iki saf olmak zorunda kalıyorduk.

Alt katta üst kata çıkmak için yapılan merdivenlerin alt tarafında mutfak tezgâhı yapılmıştı. Oda, diğer tüm arkadaşlarımızın kaldığı odalarda olduğu gibi temiz ve düzenliydi. Havalandırması bana çok küçük gelmişti. B/7’nin havalandırmasıyla kıyas ettiğim için bana daha bir küçük görünüyordu. Neredeyse C/15’in havalandırması B/7’nin üçte biri kadardı.

Tahsin benim rahat etmem için elinden geleni yapıyordu. O kadar aşırı ilgiden rahatsız olmuştum. Ama Tahsin bu durumundan memnundu. Bu yüzden elimden geldiğince Tahsin’e hiçbir şey dememeye çalışıyordum. Yatağımı yapmama yardım eden Tahsin, hiç vakit kaybetmeden elbise dolabımı da düzenledi. Çok kısa bir süre içinde yeni odama yerleşmiş sayılırdım.

Yeni odama yerleşmemin ardından odadaki arkadaşları hobide tanıdığım için hiç yabancılık çekmedim.

Yeni odama geldikten kısa bir süre sonra cezaevinin açtığı “Arıcılık kursuna” katıldım. Bu türden kursların bizim gibi müebbet mahkûmlara ne gibi faydası olur diye de içimden geçiriyordum. Ama kursa gittikten sonra yeni bir şeyleri öğrenmenin beni heyecanlandırması hoşuma gitmişti. Belki dışardaki hayatıma bir faydası olmayabilirdi, ama cezaevinde kurslara devam etmem ben de psikolojik olarak iyi bir etki yapıyordu. Kurslardaki amaç her ne kadar mahkûma dışardaki hayatı için bir meslek kazandırmak olsa da aslında kurslar bize içerdeki yaşantımızda daha çok işimize yarıyordu. Kurslar sayesinde yeni bir şeyler öğreniyorduk. Ve yeni bir şey öğrendikçe kendimizi daha iyi hissediyorduk.

Cezaevinde kendimizi iyi hissetmek çok önemliydi. Bir uğraşa sahip olmadığımız zaman şeytanın vesveselerine daha çabuk kanabiliyorduk. Gerçi bizim uğraştığımız birçok derslerimiz vardı. Ama uzun süre aynı derslerle uğraşmak bile zamanla bıkkınlığa sebep olabiliyordu. Bu yüzden Arapça derslerinden soğuyan arkadaşların sayısı hiç de az değildi.

Her insanın bir ilgi alanı mutlaka vardır. Her ne kadar bunun ne olduğunu henüz kendisi bilmese de yine de hoşlandığı bir alan vardır. Bunun ne olduğunu keşfetmek ise kendisine kalmıştır. Cezaevinde açılan kurslar birçok kişinin ilgisini çekiyordu. Özellikle Arıcılık ve Meyve yetiştiriciliği kurslarına daha yoğun talep oluyordu. Bazen bu kurslara katılmak için bir sonraki kursu beklememiz gerekiyordu. Her kursun belli bir öğrenci kontenjanı vardı.

Elazığ cezaevinin en güzel yönü kursların çokluğu ve sürekliliğiydi. Sadece arıcılık ve Meyve yetiştiriciliği kursları yoktu. Bunların yanı sıra Kalorifer kursu, İngilizce kursu, Bilgisayar kursu, Su tesisatçılığı kursu ve okuma yazması olmayanlar için okuma kursları sürekli olarak devam eden kurslardandı.

Bunların dışında bir de talebe bağlı olarak açılan kurslar vardı. Örneğin Üniversiteye girmek isteyenler için Türkçe ve Matematik kursları da açılıyordu.

Elazığ’ın neden bu kadar kurs açtığını merak ettim. Oysa Urfa’da kurslar yoktu. Bu farklılığın tek sebebi, cezaevinin eğitim işleriyle ilgilenen öğretmenin çalışmasına bağlı olduğunu öğrendiğimde şaşırmıştım. Bir öğretmen her türlü eğitime önem verip kursların açılabilmesi için Halk Eğitim Merkeziyle diyaloğa girip kursların açılmasına ön ayak olurken, bir başka öğretmen ise sadece okulla ilgili eğitimle yetiniyordu.

Oysa her öğretmenin cezaevindeki faaliyet raporları düzenli bir şekilde Adalet Bakanlığına gönderiliyordu. Mahkûmların eğitim alanındaki başarıları Bakanlıkça takdir ediliyordu.

Elazığ cezaevinde hafta içi sürekli kurslar olduğundan odalara tıkılıp kalmıyorduk. Bu durum tüm mahkûmlar için moral vericiydi. Kursların sürekliliği ve dönüşümlü olması herkesin istifade etmesi için güzel bir uygulamaydı. Her kursun başlama tarihi ve bitiş tarihleri Halk Eğitimi tarafından belirlenmişti. Kimi kurslar bir aylıkken kimi kurslar da altı aya kadar devam ediyordu.

Kursların yanı sıra cezaevi öğretmeni, mahkûmların dışarda alamadıkları eğitimlerini devam ettirebilmeleri maksadıyla Açık Öğretime kayıt yaptırmaları için onları ikna etmeye çalışıyordu. Cezaevi öğretmeni gerçek bir eğitimciydi. Her ne kadar sahip olduğu fikirlerini benimsemesek de yaptığı işleri ve eğitime verdiği önemi takdir ettiğimizi defalarca kendisine söylüyorduk.

 Cezaevinde gerek kurum öğretmenleriyle olsun gerek gardiyanlarla olsun fikri tartışmalardan elimizden geldiğince kaçınırdık. Çünkü fikri tartışmalar hiçbirimize fayda vermediği gibi araya soğuk bir mesafenin girmesine sebep olabiliyordu. Her şeyden öte bizler Müslümandık. Ve İslam’ı anlatmanın yanı sıra bunu ilk olarak kendi yaşantımızda göstermeliydik. Bizim de yaptığımız bundan başka bir şey değildi. Cezaevinde karşılaştığımız mahkûm ve gardiyanlara İslam’ı anlatmaktan başka bir şey yapmıyorduk. Özellikle adli mahkûmların namaza başlamaları için çaba sarf ediyorduk. Bu konuda kendilerine yardımcı olacak kitaplar hediye edip onların namaz kılmaları için her fırsatta kendilerine yardımcı olmaya çalışıyorduk. Bu şekilde namaza başlayan adli mahkûm sayısı azımsanmayacak kadar çoktur.

Hafta içi hobiler bizi meşgul ederken hafta sonları odamızda tıkılıp kalmak artık bize daha zor gelmeye başlamıştı. Hafta sonlarını daha iyi değerlendirmek adına herkes kendisince bir yol izlemeye başladı. Kimi hafta içi ertelediği Arapça derslerine daha bir yoğunlaşıp aradaki açığı kapatmaya çalışırken, kimimiz de hafta içi aldığımız Arapça derslerinin mütalaasını yapıp pekiştirmeye çalışıyorduk.

Cezaevinde yaşadığımız problemlerden biri de sigaraydı. Sigara içenler, içmeyenleri çok rahatsız ediyordu. Bu, cezaevindeki tüm odalarda olan bir sorundu. Ama bu sorunun çözümü yoktu. Çünkü sigara neredeyse tüm odalarda içiliyordu. Sigara içmeyenlerin sayısı çok azdı.

Bizim kaldığımız cezaevinde bu sorunun önüne geçebilmek için sigara içenler ve içmeyenler diye ayrı odalar oluşturulmuştu. Sigara içmediği halde sigara içenlerin odasında kalmak isteyen de şikâyet etme hakkını kaybediyordu. Sigara içilmeyen odalarda ise hiçbir şekilde sigara içilmesine izin verilmiyordu. Özellikle oda içinde sigara içilmesi yasaklanmıştı. Bunun dışında sigara içilmeyen odada kaldığı halde hobi alanında sigara içmek isteyen olursa da kendisine hiçbir şey söylenilmezdi.

Elazığ cezaevine gelişimin üzerinden iki ay geçmişti ki abim de Elazığ’a geldi. Kaldığım odadan bir arkadaşın başka bir odaya gitmesiyle abimle başta birlikte aynı odada kaldıktan sonra dört ay sonra abim ve ben değişik odalarda kalmaya başladık. Bizim dışımızda cezaevinde iki kardeş veya baba oğul olanlar vardı. Onların da ayrı kalmak istemeleri tesadüf değildi. Bir oda içinde iki kardeş kaldığı zaman her ikisi için de sıkıntı oluyordu. Oysa adli odalarda durum tam tersineydi. Bizim için herkes bir kardeş gibiydi. O yüzden aradaki kan bağı ikinci plana düşüyordu.  Genelde kardeşler yan yana olunca pek rahat hareket edemiyorlardı. Bu yüzden ayrı odalarda kalmayı tercih ediyorlardı. Kardeşler ayrı odalarda olsalar da hafta içi hobiler ve kurslarda sürekli birlikte olma imkânı bulabildiklerinden bu ayrılık pek sıkıntı olmuyordu.

Elazığ cezaevinde gardiyanlar bize karşı iyi oldukları gibi biz de onlara gereken saygıyı gösteriyorduk. Aramızda güzel bir ilişki vardı. Mahkûm gardiyan ilişkisinden ziyade arkadaşça bir ilişki gibiydi. Arkadaşlarla gardiyanların arasındaki ilişkiye benzer bir durumu daha önce kaldığım cezaevlerinde görmemiştim. Bu durum benim çok dikkatimi çekmişti. Bunun sebebini beraber kaldığım oda arkadaşlarına sordum.

Meğer Elazığ cezaevi sene 1999’a kadar mahkûmlara yaptıkları baskılarıyla ün salmış bir cezaeviymiş. Tüm mahkûmlar, gardiyanlardan gördükleri baskılardan bıkmış, illallah etmişlerdi. Özellikle siyasi mahkûmlara yapılan baskılar sistematik bir şekilde uygulanıyormuş. Fiziki işkenceler de dâhil olmak üzere mahkûmlara her türlü baskı yapılıyormuş. Bizim arkadaşlara da aynı muamele yapılmaya devam edilmiş. Bazı gardiyanlar her ne kadar bu duruma karşı olsalar da amirleri tarafından kendilerine verilen görevleri isteksizce yerine getirdiklerini belirtmişlerdi.

Yapılan baskılar haddini aşınca Hizbullah mensubu mahkûmlar cezaevinin baskılarına dur demek için cezaevinde bir isyan başlatmışlar. Kısa sürede cezaevini ellerine geçirip seslerini basında duyurmayı başarmışlar. Basında yer alan bu isyandan sonra Bakanlık olaya el atıp şartların düzeltileceğini söyledikten sonra cezaevi idarecileri değiştirilmiş. Onların yerine atanan yeni müdürler, gardiyanların eski tutumlarına bir son verip yeni bir anlayışla mahkûmlarla daha iyi ilişkiler geliştirmeye başlamışlar. İste o zamandan beri gardiyanlar, mahkûmlarla daha iyi ilişkiler içine girmişler.

Cezaevi isyanından sonra gardiyanlar, eskiden yaptıkları baskılardan pişmanlık duydukları için, vicdanlarını rahatlamak adına günah çıkarırcasına tüm mahkûmlara daha iyi davranmaya, onlara ellerinden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Her ne kadar yaptıkları baskılardan pişmanlık duyanlar varsa da hâlâ eski günlerini özleyen gardiyanlar da yok değildi. Onlar mahkûma her türlü baskı yapılması gerektiğine inanıyorlardı. Bu durum, aslında her personelin kişiliğiyle alakalı bir durumdu.

Cezaevi isyanından sonra Elazığ örnek bir cezaevi olma yolunda ilerlemişti. Bakanlığın, Elazığ cezaevine önem verip üzerinde durmasıyla cezaevi şartları birden düzelmişti. Elazığ cezaevi pilot cezaevi seçilerek yeni çıkan uygulamaların ve genelgelerin yürürlüğe girdiği ilk cezaevleri arasına girmişti.

Bu yazıya tepkini ver!

Benzer Bloglar