41.39
  
48.32
  
109449.00
  
96.57

Zindan Hatıraları-Muş

Zindan Hatıraları-Muş

MUŞ E TİPİ KAPALI CEZAEVİ

Muş E Tipi Kapalı Cezaevine giriş yaptığımızda saat beşe çeyrek vardı. Eşyalarımızı ring aracından indirip cezaevine taşımaya başladığımızda mesaisi biten gardiyanlar evlerine gitme hazırlığı yapıyorlardı. Bizden eşyalarımızı XRAY cihazına koymamızı söylediklerinde, Resmi olarak Muş E Tipi Kapalı Cezaevine giriş yapmış olduk. Diyarbakır askeri, bizi cezaevine teslim ettikten sonra beklemeyip geri dönmüşlerdi.

Eşyalarımız XRAY’dan geçirilip içeri girdikten sonra bu sefer eşyalarımızı aramaları için iki gardiyan gelmişti. Bizi sıcak bir şekilde karşılamıştılar. Bizden önce Muş cezaevine gelen arkadaşların bıraktıkları intiba sayesinde böyle davrandıklarını anlamıştık. Gardiyanlar bizden önce burada kalan Hizbullah mensubu arkadaşları tanıyıp tanımadığımızı sorduklarında, onları tanıdığımızı söyledik. Burada kaldıkları süre zarfında arkadaşlarımızdan memnun olduklarını söylediklerinde buna hiç şaşırmamıştık. Cezaevlerinde bulunan tüm arkadaşlarımızın sergiledikleri durum hep memnun ediciydi.

Gardiyanlarla aramızda geçen sıcak sohbete rağmen yine de bazı eşyalarımızın yasak olduğunu söyleyerek içeri vermediler.

Yasak dedikleri şeyler ise iğne, iplik, cetvel gibi cezaevi kantininde satılan şeylerdi. Sonuçta daha güvenlikli bir cezaevinden buraya geliyorduk. Ve yanımızda yasak olabilecek hiçbir şey bulundurmamamıza rağmen yine de bazı eşyalarımıza yasak deyip almışlardı. Bunu pek dert etmedik. Bu konuda gardiyanlarla tartışmak boşunaydı.

Eşyalarımızın aranması bittikten sonra odaya gitmeye hazırdık. Mesai bittiği için başgardiyanlar ve müdürler gitmişti. Geriye sadece mesaiye bakan sorumlu gardiyan vardı. Bizimle o ilgileniyordu.

Cezaevinde bizden bir arkadaşın olduğunu söyleyip bizi onun yanına vereceklerini söyleyince ilkin şaşırdık. Çünkü Muş’a gelmeden önce bizden birilerinin olup olmadığını arkadaşlarımızdan sormuştuk. Ama bizden kimsenin bulunmadığını söylemişlerdi. Şimdi ise sorumlu başgardiyan bizden birinin burada bulunduğunu söyleyince, ister istemez şaşırmıştık. Kalan arkadaşın ismini söylediği halde kendisini tanımadığımızı söyledik. Ama madem o da Hizbullah mensubudur, o zaman bizim için sorun olmazdı. Sonuçta cezaevinde birbirimizi tanımadığımız arkadaşlarımız da vardı.

Gardiyanların araması bittikten sonra eşyalarımızı alıp gardiyanı takip ettik. Mesai saatinin bitmiş olmasından dolayı cezaevinin ana koridorları/maltaları boştu. Bizi gören gardiyanlar nereden geldiğimizi sorup kim olduğumuzu öğrendiklerinde bize daha sıcak davranıyorlardı.

Gideceğimiz bloka gelince gardiyandan hangi odaya verildiğimizi sordum. Bana 42. Oda deyince 42. Odanın kapısına gidip mazgalı açtığımda mazgala gelen arkadaşın kim olduğunu, nereden geldiğini sordum. Ben ona bu soruları sorunca, bizim kim olduğumuzu anladığından olsa gerek kendini tanıtma gereği duydu. Kapısının üzerine Hizbullah mahkûmu yazsa da kendisi bizim deyişimizle “Menzil” gurubundan olduğunu söyleyince, ben de bir an için neye uğradığımı şaşırdım. Zira idarenin bizi bir zamanlar aramızda çatıştığımız kişiyle bir araya koymaya çalıştığına bir anlam verememiştim. Cezaevi idaresinin bu düzenlemeyi bilerek yapıp yapmadığını sorgulama gereği duymuştum.

  1. Odada kimin kaldığını öğrendikten sonra artık o odaya gidemezdik. Her ne kadar aramızdaki husumetin üzerinden yıllar geçmiş olsa da aynı mekânı paylaşacak kadar bir süre geçmemişti.

Bizi getiren gardiyan odanın kapısını açmaya çalışınca kendisine “Biz bu odada kalmayız” dediğimde, şaşırma sırası ondaydı. “Neden! Ne oldu?” Sorularına cevap vermek için yaptığım izahatların hiçbiri onu tatmin etmiyordu. Gardiyan, ikimizin de Hizbullah mensubu ve Müslüman olduğumuzu hatırlatma gereği duymuştu. Her ne kadar odaya girmemiz için bize rica ettiyse de, ne biz, ne de odadaki arkadaş bunu kabul etmedi.

Sorun büyüyünce gardiyanlar ve vardiya sorumlusu gardiyan başımıza toplanmışlardı. Bir kısım gardiyan bizim içeri girmemiz için bir şeyler anlatıp bizi ikna etmeye çalışıyorken bir kısım gardiyan da 42. Odanın mazgalında odadaki arkadaşı ikna etmeye çalışıyorlardı.

Gardiyanlar her ne yaptılarsa her iki tarafta da geri adım atmıyorduk. Çünkü bir arada kalamayacak kadar aramızda hiç arzu etmediğimiz bir süreç yaşanmıştı. Bunu gardiyanların anlamasını beklemiyorduk. Ama normal şartlarda dosyalarımızda bunlar belirtildiği için cezaevi idaresi kendiliğinden buna dikkat etmesi gerekiyordu. Aksi takdirde yaşanacak olumsuz bir durumda sorumlu cezaevi olurdu.

Vardiyadan sorumlu gardiyan da bizleri ikna edemeyince Vardiyada olan ikinci Müdür devreye girmek zorunda kaldı. İkinci Müdüre durumu izah etmeye çalıştım, ama zaten durumu bildiğini ifade eden bir edayla bizim geçici olarak “Müşahede” odasına alınmamızı söyledikten sonra çekip gitti.

Eşyalarımız C–Blokun koridorunda sağa sola dağılmıştı. Gelen geçen gardiyanlar eşyalarımızdan daha çok olan kitaplarımıza bir göz attıktan sonra bizim kim olduğumuzu soruyorlardı. Hizbullah olduğumuzu duyunca hiç şaşırmıyorlardı. Zaten kitaplarımız bizi ele veriyordu. Eşyalarımız arasında bulunan Arapça kitaplar ve Kur’an–ı Kerimler ancak bir Hizbullah mensubunun eşyası olabilirdi. Gardiyanlar bu duruma yabancı değildiler.

Cezaevine girdiğimiz zaman akşam namazını kılmamıştık. Bunu bir gardiyana söylediğimizde namaz kılmamız için bize bir yer göstermesini rica edince üçümüzü alıp cezaevi mescidine götürdü.  Namazımızı kıldıktan sonra aç olup olmadığımızı soran gardiyana aç olduğumuzu söyledik.  Bizi, gardiyanların yemek yedikleri yemekhaneye götürüp personelden bize kalan yemeklerden vermesini rica etti. Yemekhane sorumlusu personel bizi bir masaya davet edip bize yemek hazırlayınca bizi mutfağa getiren gardiyan da masamıza oturup bizimle sohbet etmeye başladı. Sohbetimiz sıcak ve samimi bir havada geçiyordu. Bu yüzden biz de bize gösterilen bu ilgiden dolayı memnunduk.  

Yemeğimizi bitirdikten sonra bizi getiren gardiyan bizi tekrar eşyalarımızın bulunduğu C–Blokuna geri getirdiğinde sorumlu gardiyan bizim 42. Odaya gitmemiz için tekrar şansını denedi. Müşahede odalarının ne kadar berbat olduğunu bize söylemesine rağmen kararımız değişmedi.

Eşyalarımızı alıp müşahede odalarının bulunduğu kata çıktığımızda, sorumlu gardiyanın hiç de abartmadığını gördük. Gördüğüm manzara ilk yakalanıp kaldığım Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevindeki müşahede odasını hatırlattı. En az onun kadar kötü ve pis kokuyordu.

Arkadaşlarım bu duruma itiraz etse de tüm müşahede odaları aynı durumda olduğundan yapacak bir şeyimiz yoktu. Gardiyandan en azından müşahede odalarını temizlememiz için bize temizlik malzemeleri ayarlamasını istediğimizde bunu severek kabul ettiler. Bir sorun çıkarmadan müşahede odasında kalmaya razı olduğumuz için bizim isteklerimizi severek kabul etmişlerdi.

C–blokun üst katında bulunan müşahede odalarında bazı adli mahkûmlar vardı. Nasıl olur da onların böylesine pis bir yerde kalmaya razı olduklarını merak ediyordum. On bir tane olan müşahede odasından sadece beş tanesi doluydu. Geri kalan odalardan kötünün iyisi dediğimiz odaları seçtikten sonra her birimiz bir odaya girdik. Gardiyanın getirdiği temizlik malzemesiyle odamızı biraz olsun temizleyip eşyalarımız arasında çıkardığımız nevresim takımları sayesinde müşahede odamız bir şeye benzemeye başlamıştı. Ama yine de rahat değildik.

Gece geç saatlere kadar müşahede odasının temizliğiyle uğraştık. Yolculuğun da verdiği yorgunlukla kendimi uykunun sakinleştirici ve huzur veren kollarına bıraktım.

Sabah namazı için ayarladığım saat çalana kadar derin bir uykunun içindeydim. Hiçbir endişe duymadan geçirdiğim uykunun etkisiyle sabah namazına kalktığımda kendimi huzurlu hissediyordum. Dün gece birkaç pet şişeye aldığım sularla abdestimi aldım. Yan odada bulunan arkadaşlarımdan ses gelmediği için onların da dün gece yorgunluktan bitap düştüğünü tahmin ediyordum.

Yeni bir cezaevindeydik. Ve burada bir düzen kurmamız gerektiğini biliyorduk. Kuracağımız düzen sahip olduğumuz İslami davamıza layık olmalıydı. Her şeyden önce savunduğumuz İslami değerler bizim yaşantımızın özüydü. Bu konuda yapılacak ilk adım olarak sabah ezanını, müşahede odasının kapalı olan ızgaralı penceresinden dışarıya bakan tarafından sesli bir şekilde okudum. İlk kez ezan okumuyordum. Ama ezan okumak için gereken kabiliyete sahip değildim. Ezan okumaktan çok bağırıyor gibiydim. Ama bundan rahatsızlık duymuyordum. Çünkü o an bunu yapmam gereken bir sorumluluk olarak gördüğüm için yapmıştım. Benim ezan okumamla yan odadaki arkadaşlarım da derin uykularından uyanmışlardı.

Arkadaşımızın birinin abdest almak için suyu yoktu. Bizden su istediğinde kendisine odalarımızın demir şişli kapı aralığında yanımızdaki sulardan gönderdik. Sabah namazını kıldıktan sonra uykum kaçmıştı. Burada ne yapacağımızı düşünmeye başlamıştım. İşin en tuhaf tarafı ise üçümüz de bu konularda acemiydik. Böylesi bir durumda nasıl davranacağımızı bilmiyorduk. Daha önce sorunlarımız için cezaevi Müdürüyle hiç konuşmamıştık. Bu konudaki eksikliğimiz kendisini belli ediyordu. Sonuçta cezaevi idaresiyle güzel bir diyalog geliştirmek gerekiyordu. Ve biz bu konuda oldukça tecrübesizdik.

Sabah sayımına kadar gözüme uyku girmedi. Hep aklımda bir çözüm bulma vardı. Sabaha kadar düşünmeme rağmen bir çözüm bulamamış olmanın verdiği bir duygu hali içinde o an Rabbime sığınma gereği duydum. İçimde bilmediğim bir duygu doğmuştu. Kaldığımız bu yerin ve içinde bulunduğum şartların bir takdirat olduğu aklıma düştüğünde, kendimi tam olarak Rabbime tevekkül eder buldum. Sonuçta buraya kendi isteğimizle gelmemiştik. Bizim buraya gelmemizi takdir eden, elbette bizi yalnız bırakmayacaktı. Buna olan inancımı bir anda öylesine derin bir duygu olarak yüreğimde hissettim ki o an yaşadığım duygu halinin Rabbimin bir Rahmeti olduğundan hiç şüphe etmedim.

Sayım vaktine az kalmış olmasına rağmen artık ne yapacağımızla ilgili bir şeyler düşünmekten vazgeçmiştim. Rabbimin bize bir çıkış yolu açacağına olan inancım tamdı.

Sayım müşahede kısmına geldiğinde birinci Müdürle görüşmek için hazırladığım dilekçeyi sayımı yapan gardiyana verdim. Müdürler bazen sayıma katılırlardı. Bunu daha önceki cezaevlerinde de görmüştüm. Bu yüzden sayımı yapan gardiyanlardan Müdürlerden kimsenin olup olmadığını sorduğumda, ikinci müdürlerden birinin olduğu söylenince, Müdürü çağırmalarını rica ettim. Gardiyanla konuştuğumu duyan Müdür, kendisiyle görüşmek istediğimi duyunca, odamın kapısına geldi. Sorunumun ne olduğunu sordu. Ben de dün akşam yaşadıklarımızı ve odamız olmadığı için şu anda iki arkadaşımla birlikte müşahede odasında tutulduğumuzu kısaca anlattım. İkinci Müdür olduğunu öğrendiğimiz Müdür;

–Sizden haberim var. Dün sizin için ayarladığımız odaya siz geçmemişsiniz, dedi.

İkinci Müdüre odaya niçin geçmeyi reddettiğimizi tekrar izah etmeye çalıştım. Ama Müdür beni dinlemekten ziyade kendi bildikleri şeyleri tekrar edip duruyordu. Son olarak bizim için bir oda ayarlamaya çalıştığını söyleyip sayım yapan ekibe katıldı.

Gün içinde müşahede odalarının kapıları sırasıyla bir saat açılıyordu. Sırasıyla odasından çıkanlar koridorda volta atıp bazen de diğer odalardaki mahkûmlarla sohbet ediyorlardı. Bu arada bizimle konuşmak isteyen adli mahkûmlardan ikisi bizim odaların kapısına gelip bizimle tanıştılar. Kendileriyle aramızda bir dostluğun ilk temelleri atılıyordu.

Sıra bizim odaların açılmasına geldiğinde, gardiyandan diğer odadaki arkadaşlarımın da kapılarının açılmasını istedim. Gardiyan bunun mümkün olmadığı söyleyip kapıların ancak tek tek açılacağını söylemesine rağmen gardiyana, müşahede odasında kalanlarla bizi bir tutulmaması gerektiğini anlatmaya çalıştım. Gardiyan benim ne dediğimle ilgilenmekten çok kendisine söylenenleri yapmakla görevli olduğunu söylüyordu. Gardiyanın istediğim şeyi yapmayacağını anlayınca ondan gidip başgardiyanı çağırmasını istedim. Gardiyan her ne kadar bu konuda isteksiz davransa da ısrarlarım yüzünden ben den kurtulmak için başgardiyanı çağırmaya gitti.

Başgardiyan geldiğinde durumu ve yaşadıklarımızı kendisine anlattım. Müşahede odasında disiplin suçu işlemiş biri olmadığımızı, yer olmadığı için geçici bir süre burada kalmak zorunda tutulduğumuzu söyledim. Başgardiyandan her üçümüzün kapılarının açılmasını ve gün içinde bir araya gelmemiz gerektiğini söylediğimde, başgardiyan da bu konuda kendisinin yapabileceği bir şey olmadığını, bu konuyu müdürle görüşmek gerektiğini söyleyip yanımızdan ayrıldı.

Kısa bir süre sonra gardiyan gelip diğer arkadaşlarımın da kapılarını açıp bize iki saat süremiz olduğunu hatırlattıktan sonra çekip gitti.

Kapılarımız açıldıktan sonra arkadaşlarımızla bir araya gelip içinde bulunduğumuz durumun değerlendirmesini yaparak bundan sonra nasıl hareket edeceğimizi konuştuk. Aldığımız karara göre, idareye çıkıp yaşadığımız durumu bizzat birinci Müdürle konuşmak ve bu duruma bir çözüm bulmasını isteme görevi bana verildi. Şayet birinci Müdür de bir şey yapmazsa o zaman savcıyla görüşmemiz konusunda karar aldık.

Sabah sayımında verdiğim dilekçeden olsa gerek Müdür üçümüzü çağırıyordu. Neden üçümüzü birden çağırdığını anlamamıştım. Ama madem çağırmıştı gidip Müdürle görüşmemiz gerekir diye düşündük. Birinci Müdürün odasına girdiğimizde, koltuğunda oturan uzun boylu, kırk beş yaşlarında, esmer, güleç yüzlü Müdür bizi karşıladı. Müdür oturmamız için bize öndeki koltukları işaret edince, oturduk. Müdürün sağ ve sol tarafında başgardiyanlar bulunuyordu.

Müdür konuşmaya başlamadan söze ben girdim. Müdüre;

–Cezaevinin birinci Müdürü siz misiniz? Diye sordum.

O an bunu neden sorduğumu ben de bilmiyordum. Sonuçta birinci Müdürün odasında ve onun koltuğunda oturuyordu. Ama bir defa sormuştum.

Müdür sorduğum soru üzerine kendisini tanıtmak gereği hissetti. Kendisinin ikinci Müdür ve şu anda Müdür vekili olarak tanıttı. Birinci Müdür izinli olduğu için onun yerine bakıyordu.

Müdür, neden 42. Odaya gitmediğimizi tekrar sordu. 42. Odada bulunan şahsın Hizbullah mensubu olmadığını söyledim. Ama Müdür yine bizi dinlemekten daha çok, 42. Odaya gitmemiz için ikna etmeye çalıştığını anladım. Üçümüzü birden çağırmasının sebebi, aramızda bir tefrika çıkarmak olduğu belliydi. Çünkü Müdürün söylediklerine hep benim cevap vermem onu rahatsız etmişti. Bana susmamı ve arkadaşlarımın konu hakkında fikirlerini beyan etmesini istediğini söylediğinde, Müdürün yapmak istediği şeyde artık şüphem kalmamıştı. Müdürün beni susturmaya çalışmasına kızarak biraz da sesimi yükselterek Müdüre;

–Siz ne yapmak istiyorsunuz? Ben size 42. Odada kalan arkadaşla aramızda bir zamanlar bir çatışma yaşandığını söylüyorum, siz kalkıp bana “Geçmişte yaşanmış bir olaydır. Şimdi burada tutuklusunuz, aranızdaki sorun her neyse bir kenara bırakın” diye nasihat ediyorsunuz. Biz sizden ne yapacağımızla ilgili nasihat istemeye gelmedik. Sizden kalacağımız bir oda istiyoruz hepsi bu.

Müdür söylediğim sözleri ve yüzümdeki kızgınlığımı fark edip durumu sakinleştirmeye çalıştı. Ama ben onun bizi sakinleştirmesine fırsat vermeden;

–42. Odada bulunan arkadaşla bizi yan yana bırakmadaki amacınız nedir? Bizim kim olduğumuzu biliyorsunuz. Elinizde bizim dosyalarımız mevcut olduğu halde ne diye bir zamanlar birbirlerini öldüren iki kişiyi bir araya getirmeye çalışıyorsunuz. Amacınız nedir? Eğer dosyalarımızdan bihaberseniz size dosyamı vereyim ve içindekileri tekrar kontrol edin, belki o zaman 42. Odadaki arkadaşla bizim bir araya gelmemizin imkânsız bir şey olduğunu görebilirsiniz.

Müdür diğer arkadaşlarımın konuşmadığını görünce mecburi olarak beni muhatap almak zorunda kaldı. Bana;

–Sizi anlıyorum. Ama şu anda cezaevinde hiç boş yerimiz yok. Sizin rahat etmeniz için 42. Odada kalan arkadaşla bir süre kalabileceğinizi düşündüğümüz için size orasına uygun gördük. Madem o odada kalamayacağınızı söylüyorsunuz, o halde size oda ayarlayana kadar bir süre daha müşahede odasında kalmanız gerek.

–Ne kadar kalmamız gerek? Bugün Cuma. Bugün oda sorunumuz hal olmazsa, hafta sonunu da müşahede odasında geçirmek zorunda kalacağız ve buda bizim için bir sorundur.

Müdür;

–Bugün oda ayarlamaya çalışacağız. Ama eğer bugün oda ayarlamazsak en geç Pazartesi günü bu sorunu çözeriz.

Müdürle konuşmamız bittikten sonra arkadaşlarla kalkıp müşahede odalarımıza geldik. Gardiyandan bir süre kapılarımızın açık kalmasını istediğimizde bize; “Bir saat sonra gelip kapatırım” deyip gitti.

Arkadaşlarımla birlikte durumumuzu değerlendirdik. Bize oda ayarlamak için Pazartesi gününden önce olmayacağını tahmin etmek zor değildi. Bu konuda biraz daha sabırlı olmamız gerektiğini konuştuktan sonra arkadaşlarım, odalarımızın kapısı kapanmadan diğer odalarda kalan ve bizi ziyaret eden adli arkadaşlarla konuşmak için kalktılar. Ben de bu arada odamda kalmayı tercih etmiştim.

Bir saat sonra gardiyan gelip kapılarımızı kapatarak sırası gelen diğer odanın kapısını açtı. Kapıma gelen adli arkadaş Kur’an okuduğumu görünce kapımda tam geri dönecekken kendisini fark ettiğimden çağırdım. Elimdeki Kur’an’ı bırakıp kendisiyle sohbet etmeye başladım. Bana karşı çekingen tavrı dikkatimi çekmişti, ama bunun üzerinde durma gereği bile duymadım. Çünkü yeni tanıştığım biriyle bir anda sıcak bir dostluk kurmanın zor olduğunu biliyordum. Yine de aramızda güzel bir sohbet olmuştu. Bir saatin ardından gardiyan gelip bu arkadaşı içeri aldı ve diğer bir mahkûmun kapısını açtı. Nedense o mahkûm da kapıma gelip benimle tanışarak kendisiyle de bir saat boyunca sohbet ettim.

Cuma günü mesai bitimine kadar oda değişikliğimiz gerçekleşmediği için bu işin Pazartesi gününe kaldığını tahmin etmiştik zaten. Bu yüzden hayal kırıklığımız büyük olmamıştı. Hafta sonunu da müşahede odalarında geçirmek zorunda kaldığımız için biraz sıkıntılıydık.

Cumartesi günü kapılarımız açıldığında, arkadaşlarım benim odama geldiler. Sohbetimizin arasında bana diğer odada kalan adli arkadaşın, benimle ilgili gördüğü bir rüyadan bahsettiler. Rüyanın ne olduğunu merak edip sordum. Bana;

–Senin elinde bir silah varmış. O kadar heybetli bir duruşun varmış ki senden anlamadığı bir ürperti ve hayranlık duygusunu yaşadığını anlattı.

Arkadaşlarımın bana anlattıkları rüyadan sonra o adli arkadaşın dün benimle sohbet ederken neden çekingen davrandığını anlamıştım.

Bu yüzden o adli arkadaşın, benim hakkımda edindiği izlenimin olumsuz olmaması için, odasına gidip kendisine daha sıcak bir şekilde davranarak gördüğü rüyanın tam aksine ürkütecek bir yanım olmadığını gösterircesine kendisiyle sıcak bir sohbete girdim.

Adli arkadaşla aramızda gelişen bir dostluğun ilk adımları atılmıştı. Kapkaç suçundan geldiğini öğrendiğim arkadaşın namaz kılmadığını öğrenince, onunla namaz kılması için daha sık sohbet etme gereği duydum.

Adli arkadaş da kapısı açıldığında benim odama geliyor, böylece sohbetimize kaldığımız yerden devam ediyorduk. Sohbetlerimizin ardından namaz kılmak istediğini söylediğinde, bu son zamanlarda duyduğum en güzel şeydi. Adli arkadaşın namaza başlamasının ardından diğer odadaki adli arkadaşlarla da daha fazla ilgilenmek için arkadaşlarımdan ricacı oldum. Arkadaşlarım da bana katılıp her kapı açıldığında adli arkadaşlarla ilgilenmeye başladık.

Adli arkadaşlarla yaptığımız sohbetler onlara iyi gelmişti. Bizi daha yakından tanımak için meraklandıklarını görebiliyorduk. Biz de onlara hem kendimizi, yani “Hizbullah”ı hem de İslam’ı anlatıyorduk. Hafta sonumuzu adli arkadaşlarla sohbet ederek geçirdiğimiz için günümüz çok iyi geçmişti. Pazartesi günü oda değişikliğinin yapılacağını düşündüğümüzden, adli arkadaşlarla kurduğumuz dostluğumuzun devam etmesi için hangi odaya gidersek gidelim haberleşmeye devam etmeye karar verdik.

Pazartesi günü geldiğinde kendimizi oda değişikliği için hazırlamıştık.  Odamızdaki eşyalarımızı hazırlamıştık. Adli arkadaşlarla aramızdaki güzel dostluğun devam edecek olması nedeniyle onlardan ayrılmamız pek zor gelmiyordu. Müşahede odasında kaldığımız süre boyunca her ne kadar sıkıntı çekmiş olsak da iki adli arkadaşın namaza başlaması, yaşadığımız tüm sıkıntılarımızı bize unutturmuştu. Ama yine de yaşadığımız müşahede odası kalınacak gibi bir yer değildi. Su sıkıntısı yüzünden berbat bir tuvalet kokusu tüm müşahedeyi sarıyordu. Yolculuktan sonra banyo yapma şansımız olmadığı için biz de kokmaya başlamıştık. O yüzden bir an önce odaya geçmek için birçok sebebimiz vardı. Ama bu istek bize kalmış bir şey değildi. Her ne kadar idare pazartesi günü odaya geçeceğimizi söylemişse de odaya geçmeyene kadar bu garanti sayılmazdı.  

Pazartesi öğleden sonra idareden hiçbir ses çıkmayınca gardiyanı çağırıp oda değişikliğimizi sorduk. Gardiyan talebimizi baş memurluğa iletip geri geldiğinde oda değişikliği ile ilgili olarak henüz bir gelişme olmadığını, oda ayarladıklarında bize haber vereceklerini söyledi.

Gardiyandan aldığımız bu son haber bizi hayal kırıklığına uğrattı. Böyle bir ihtimal olsa da bunun olacağını düşünmek istemediğimizden, kendimizi en iyi ihtimale göre adapte etmiştik. Arkadaşlarla tekrar bir araya gelip durumumuzu değerlendirdik. Yarın sabah tekrar birinci Müdürle görüşmek için dilekçe vermeye karar verdik.

Sabah birinci Müdürle görüşmek için dilekçe verdim. Öğleye yakın Müdürle görüşmek için beni çağırdıklarında, Müdür koltuğunda oturan kişi, Müdür vekili olan ikinci Müdürdü. Oturmam için bana gösterdiği yere oturduktan sonra oda değişikliği talebimizi tekrar dile getirdim. Müdür, tekrar boş odaları olmadığını söyleyip bir süre daha sabretmemizi isteyince, bunun bir oyalamaca olduğu belliydi. Müdürle daha önceki tatsız konuşmamızın ardından geçen süre zarfında öğrendiğim bir şey varsa, o da Müdürün iyilikten anlamadığıydı. O yüzden Müdürün bizden istediği “Biraz daha sabredin” yerine bir an önce bize oda ayarlamasını istedim. Müdür yine benim sertleştiğimi fark edince beni yatıştırmak için cezaevinin koşullarını ve odaların yetersizliğini anlatıp kendilerinin bu konuda yapabilecekleri hiçbir şeyleri olmadığını söylediğinde ben de Müdüre;

–Madem sizin bu konuda elinizden bir şey gelmiyor o halde yetkili kimse onunla konuşmamız daha iyi, dedim.

Müdür benim bu tavrımdan alınmıştı. Ama ben Müdürü düşünmekten daha çok arkadaşlarımı ve içinde bulunduğumuz şartları düşünüyordum. Müdür şu anda birinci Müdürün izinli olduğunu tekrar bana hatırlattı. Bu sefer Savcıyla görüşmek için talepte bulundum. Yaptıklarının haksızlık olduğunu söyleyip hakkımızı savunmak için elimden geleni yaptım. Müdür, odalarının olmadığını tekrarlayıp duruyordu. Konuşmamız kısır döngüye dönmüştü. Müdürün konuşması ve benim konuşmalarım aynı sözcükler etrafında dönüp dolaşıyordu. Son olarak Müdürden en kısa zamanda bize bir oda ayarlamasını rica edip odadan ayrıldım.

Arkadaşlarımın yanına dönüp durumu anlattığımda benim biraz ileri gitmiş olabileceğimi söyleseler de o an için yapılacak en iyi şeyin bu olduğunu söyledim.

Çarşamba günü birkaç kez gardiyanı çağırıp oda değişikliğimizi sormama rağmen hiçbir cevap alamadık. Öğleden sonra kapılarımız açıldıktan sonra kapıyı kapatmaya gelen gardiyana oda değişikliğimizle ilgili olumlu bir cevap alıncaya kadar odalarımıza girmeyeceğimizi söylediğimde gardiyan;

–Hoca içeri girin ben gidip size bir cevap getireyim, dedi.

Gardiyana olumlu bir cevap almadan içeri girmeyeceğimizi tekrarladım. Gardiyan her ne kadar oda değişikliği ile ilgili olarak kendisinin elinden bir şey gelmediğini söyleyip bizim içeri girmemiz için ikna etmeye çalıştıysa da gardiyana son olarak gidip başgardiyanı çağırmasını söyledim.

Morali bozulan gardiyan istemeyerek de olsa gitmek zorunda kaldı. Yaklaşık yarım saat sonra odaların bulunduğu alt katta başgardiyan bana bağırıp içeri girmemi söyleyince ben de kendisine bağırıp “Eğer kendine güveniyorsan gel kendin bizi içeri sok” dedim. Başgardiyan aşağıda bağırıp duruyordu. Ona karşılık vermem onu daha çok sinirlendiriyordu. Bağrışmalarımız başgardiyanın yanındaki gardiyanları ve müşahede odalarında bulunan adli mahkûmları hayrette bırakmıştı. Birbirimize bağırıp duruyorduk. En son başgardiyan bize içeri girmemizi söyleyip çekip gitti.

Başgardiyanla aramızdaki diyaloga arkadaşlar da şaşırmıştı. Bundan sonra ne olacağını bilmiyorduk. Bekleyip görmemiz gerekiyordu.

Başgardiyanın gidişinin ardından kısa bir süre sonra müşahede odalarının altında bulunan odalardan C–15’in kapısına gelen gardiyanlar, oda sakinlerinden odayı boşaltmalarını istiyordu. Ama odadakiler bunu kabul etmiyordu. Biz üst kattan gardiyanları seyrediyorduk. Oda sakinlerini ikna etmeye çalışıyorlardı. Kısa bir süre aralarında nasıl bir şey olduysa odadakiler eşyalarını dışarı çıkarmaya başladılar. Odanın bizim için boşaltıldığını tahmin ediyorduk. Ama bize konuyla ilgili olarak henüz bir şey demedikleri için biz sadece bekliyorduk. Alt kattaki odanın boşaltılması bitince az önce kendisiyle tartıştığımız başgardiyan bana seslenip eşyalarımızı hazırlamamızı söyledi.

Arkadaşlar odaya geçeceğimiz için seviniyorlardı. Ben de hiçbir sorun çıkmadan odaya geçiyor oluşumuza seviniyordum.

Eşyalarımızı hazırladığımızda gardiyanlar bizi odamıza götürmek için bize eşlik ettiler. Alt kata inince tartıştığım başgardiyanla aramızdaki buzları eriten bir konuşma oldu. Eşyalarımızla birlikte yeni odamızın kapısı önünde, hâlâ az önceki oda sakinlerinin eşyaları duruyordu. Biz bir an önce eşyalarımızı yeni odamıza yerleştirmeye çalışıyorduk.

Yeni odamıza girdiğimizde ilk olarak bize biraz küçük gelmesine rağmen müşahede odasından kurtulduğumuz için seviniyorduk. Odamız iki katlıydı. Her zamanki gibi üst kat yatakhane bölümüydü. Üç adet iki katlı ranza duvar diplerine yerleştirilmişti. Bu da odamızın altı kişilik olduğunu gösteriyordu. Alt katın küçük olmasının yanı sıra tuvalet ve banyonun ayrı olması bizim için tek teselliydi. Mutfak kısmında mutfak tezgâhının üzerinde bulunan mutfak dolabı ise bir başka değişiklikti. Şubat ayında havalandırmanın diz boyu karla kaplanmış olmasından dolayı havalandırma kapısı açılamıyordu. Anlaşılan, bizden önceki oda sakinlerinin havalandırmayla pek işlerinin olmadığı için karı temizleme zahmetine girmemişlerdi. Oysa bir gün bile havalandırmadaki kar temizlenmese, kapının kapanması için yeterli oluyordu.  Kar nedeniyle Nisan ayının sonuna kadar havalandırmayı kullanamadık.

Odanın pencerelerinin geniş olması bizim için bir alternatif olmasının yanı sıra hem havalandırmayı hem de gökyüzünü seyredebiliyorduk. Kış ayında bazen açık havada gökyüzüne bakmak ve o muhteşem manzaraya dalarak Rabbimizin Kudretini tefekkür etmek bambaşka bir güzellikti.  Havalandırma penceresinin geniş olması aynı zamanda dışardaki gündüz aydınlığının ve Güneş ışınlarının içeriye bol bol girmesine olanak sağlıyordu. Eşyalarımızın taşınma işi bitince ilk olarak yataklarımızı yapıp perdelerimizi taktıktan sonra aşağı inip birlikte ilk yemeğimizi yedik. Birlikte yediğimiz yemeğimizde konu bu odaya yerleşinceye kadar geçirdiğimiz imtihan olmuştu. Eşyalarımızı dolaplara yerleştirmek için hiç acele etmiyorduk. Önümüzde uzun günlerin olduğunu bilmenin rahatlığı içerisinde davranıyorduk.

Odamız müşahedenin altı olunca müşahede odasında kalan adli arkadaşlarla birbirimizi görmeden konuşabiliyorduk. Bu durum onları sevindirmişti. İstedikleri zaman bizimle konuşuyor olmaları onlar için güzel olduğu gibi bizim için de güzel sayılırdı.

Birkaç gün içinde odamıza yerleşmiştik. Odamıza yerleşmemiz bitince kendi aramızda bundan sonra nasıl bir program yapacağımızı konuşup bir ders programı yaptık. Arapça derslerimize kaldığımız yerden devam edecektik. Risale dersi için de bir saat belirledikten sonra derslere başlamaya karar verdik.

Odamıza yerleşince gardiyanların bizimle olan diyaloglarında iyiye doğru bir gelişme kendisini gösteriyordu. Sayım saatleri dışında da bizi ziyaret eden bazı gardiyanlarla oturup sohbet ettikçe bizi daha iyi tanıma fırsatları oldu. Gardiyanlarla birbirimizi tanıdıkça biz de içinde bulunduğumuz yalnızlık duygusundan kurtulmuştuk.

Geçen birkaç ay içinde gardiyanların yanı sıra idarede çalışan adli mahkûmlarla da güzel bir diyalogumuz olmuştu.

Sosyal faaliyetlerden sorumlu personel spora çıkmamız için en az on kişi olmamız gerektiğini söyleyince bu konuyu Müdürle konuşmak için tekrar Müdürle görüşmem gerekti. Müdürle görüşmek için dilekçe verdiğimde, umudum birinci Müdürle tanışmak ve sorunu onunla çözmekti. Beni Müdür görüşü için çağırdıklarında, başgardiyan odasında koltukta oturan Müdür kendisiyle tartıştığım İkinci Müdürdü. Kendisine selam verip karşısındaki sandalyeye oturarak önceki yaşadığımız olumsuz görüşmeleri hatırlamamaya çalışıyordum, ancak Müdür konuyu açmakta kararlıydı. Konuyu açıp yeni odamızda rahat edip etmediğimizi sordu. Kendisine teşekkür edip yeni bir sorunumuzun olduğunu söyleyip spora çıkmak istediğimizi, ancak spora bakan personelin sayımızın en az on kişi olması gerektiğini, aksi takdirde spor faaliyetlerine çıkamayacağımızı söylediğini aktardım. Müdür, bunun genelgelerle belirlenmiş olduğunu kendisinin yapabileceği bir şey olmadığını söyleyince şaşırmadım. Ama spor faaliyetlerinden faydalanmak istediğimizi söyleyip bu konuda gerekirse adli odalarla birlikte spora çıkabileceğimizi söylediğimde Müdür ilk olarak bunu da kabul etmedi. Ama bizim sosyal faaliyetlerden faydalanma hakkımız olduğunu Müdüre hatırlatma gereği duydum. Müdür bununla ilgileneceğini söylediğinde kendisine teşekkür edip odama döndüm.

Önümüzdeki hafta içi spora bakan personel, spora çıkmamız için hazırlanmamızı söylediğinde bazı adli odalarla spora çıkacağımızı öğrendik. Hazırlıklarımızı yapıp spora çıktık. Cezaevinin dışında kurulmuş bir halı sahada bulunan birçok adli mahkûm vardı. Biz de onlara katıldık. Adli mahkûmlarla tanışmamızın ardından futbol oynamamız için bizi oyuna davet ettiklerinde onlara teşekkür edip top oynamayıp kenarda duran adli arkadaşlarla sohbet ediyorduk.

Adli mahkûmlarla tanıştıkça, onlara İslam’ı anlatıp içinde bulundukları durumdan kurtulmalarını arzu ettiğimizden her fırsatta adli mahkûmlarla daha yakından ilgilenmeye başladık. Spor sahası dışında cezaevinin iç posta servisinden faydalanıp adlilerle mektuplaşarak birbirimizle sohbet etmeye devam ediyorduk.

Cezaevlerinde mektuplarımızı normal olarak PTT aracılıyla gönderme hakkımız vardı. Bunun yanı sıra cezaevinde mahkûmların görüşmelerine izin verilmediği için mahkûmlar herhangi bir pul yapıştırmadan aynı cezaevinde bulunan birisine mektup göndermek istediği zaman zarfın üzerine “İç posta” diye yazması yeterli oluyordu. Ama bu, her cezaevi için geçerli değildi. Özellikle F Tiplerinde “İç posta” bile olsa gönderilen zarflara pul yapıştırmak zorunluydu.

İlgilendiğimiz adli arkadaşlar o kadar çok olmuştu ki neredeyse her odada adli bir arkadaşımız olmuştu. Onlarla ilgilenmek ve onların başta namaz kılmaları için elimizden geleni yapıyorduk. Bu şekilde namaza başlayan adli arkadaşların sayısı her geçen gün artıyordu.

Muş cezaevine alışmamız çok hızlı olmuştu. Üç kişi geldiğimiz bu cezaevinde Mayıs ayı içerisinde yakalanan Muşlu bir arkadaşımızın yanımıza gelmesiyle sayımız dört olmuştu. Yeni bir arkadaşın gelmesine sevinmiştik. Ama arkadaşımızın gelişinin ertesi günü cezaevi idaresi yeni yakalanan arkadaşın Van’a sevk edileceğini söylediğinde buna üzülmüştük. Arkadaşımız gitmeden bir hatıra fotoğrafı çektirmek için gardiyana durumumuzu anlatıp fotoğrafçının hemen gelip fotoğraflarımızı çekmesini istediğimizde bizi kırmayıp gelmesi, cezaevinde bir saygınlığımızın oluştuğunu gösteriyordu.

Ertesi gün sabahın 7.00’sinde arkadaşımızın odadan çıkacağı şekilde hazır olmasını söylemişlerdi. Biz de son kez arkadaşımızla vedalaşıp yanımızdaki yavrulamış olan muhabbet kuşlarından bir çiftini hediye ederek onu yolcu ettik.

Arkadaşımızın ardından yine üç kişi kalmıştık. Yeni arkadaşların geleceğini biliyorduk. Ama ne zaman ve kimler olduğunu bilemezdik.

Arkadaşımızı uğurladığımız gündü. İkindiye yakın bir vakitte odamızın kapısı açıldığında, elinde eşyaları olan bir kişi içeri girdi. Onu karşılayıp elindeki eşyalarına yardımcı olduk. Arkadaş Van F Tipinden geliyordu. Meğer sabah yolladığımız arkadaşı götüren askerler oradan bu arkadaşı alıp gelmişler.

Arkadaşın gelişi ile odamızdaki monoton tempodan biraz kurtulmuştuk. Konuşacak yeni şeylerimiz olmuştu. Biz yeni gelen arkadaştan F Tipi ile ilgili şeyleri sorup öğreniyorken yeni gelen arkadaş da bizden Diyarbakır D Tipiyle ilgili sorular soruyordu.

Yeni arkadaşın gelmesiyle gardiyanlarla aramız daha iyi olmuştu. Yeni arkadaşımız daha önce de Muş’ta kaldığı için gardiyanlarla olan tanışıklığı eskilere dayanıyordu. Onların zamanında bıraktıkları iyi izlenim ile şimdi gardiyanlarla aramız daha iyi olmuştu.  

Birkaç hafta sonra odamıza yeni bir arkadaş daha geldi. Sayımız artıkça odamız bize dar gelmeye başladı. Normal şartlarda altı kişilik olan odamız altı kişi için çok küçüktü. Sadece üç tane çift katlı ranza girdiği için altı kişilik için tahsis edilmişti. Aslında ise odanın kapasitesi dört kişilikti. Neredeyse tüm cezaevleri sayılarını artırmak için odaların ranza sayısını artırmışlardı.

Bir ay sonra başka bir arkadaşın gelmesiyle odamızın sayısı altı olmuştu. Yemek masası bile artık bize dar geliyordu. Yine de birbirimizi idare etmemiz gerektiğini biliyorduk.

Benimle birlikte gelen arkadaşlarla, ailemize daha yakın olmak için Batman, Mardin gibi yakın yerlere sevk dilekçesi yazıyorduk. Ama her seferinde sevk talebimiz ret ediliyordu.

Odamızın sayısının artmasıyla derslerimiz de artmıştı. Yeni gelen arkadaşlara Arapça dersi vermenin yanı sıra onlara tecvidli Kur’an dersi de veriyorduk. Gündüzleri yapılan dersler neredeyse bütün vaktimizi alıyordu.

Muş cezaevinde kaldığımız süre zarfında görüşçülerimiz ayda bir açık görüşe gelebiliyorlardı. Kapalı görüşümüz neredeyse hiç olmadı. Buna da zamanla alıştık. İlk zamanlar açık görüşlerimiz iki saatti. Daha sonra birinci Müdürün değişmesiyle açık görüşümüz bir saate indirildi.

Cezaevi hayatımız yine monotonlaşmıştı. Haftada bir çıktığımız spor faaliyetleri dışında neredeyse her günümüz aynıydı. Spora çıktığımız zaman, artık sayımızın çoğalmasıyla bir takım çıkarabiliyorduk. Adli mahkûmlarla yaptığımız maçta stres attığımız için bize iyi geliyordu. Aynı zamanda biz farkına varmasak da, adli mahkûmlar ahlak ve kişiliğimizi sürekli kontrol edip nasıl bir ahlaka sahip olduğumuzu gözlemliyorlardı. Futbol oynamayan arkadaşlarımız ise adlilerle ilgileniyorlardı.

Spor faaliyetlerine bakan personel, hangi odanın hangi odayla spora çıkacağını hazırladığı listeyi üç aylık listeler olarak düzenliyordu. Bu sürenin bitiminden sonra odalar değiştiriliyordu. Genelde listeler birbiriyle spor faaliyetlerine çıkmak isteyen odaların talepleri göz önüne alınarak hazırlanıyordu. Spora bakan personel, hangi odayla çıkmak istediğimizi sorunca buna şaşırmıştık. Ama yine de kendisine belli bir oda söylemekten çekindik. Çünkü bazı odalar bizimle birlikte spor faaliyetine çıkmak istiyorlardı. Bunun için birkaç oda bize haber gönderip birlikte spora çıkmamız için teklifte bulunmuşlardı. Hangi odayı tercih edersek bir diğerinin kalbinin kalacağını düşündüğümüz için tercih yapmaktan kaçınıyorduk. Bu tercihi personele bırakmanın daha iyi olacağına karar verdik. Bizimle birlikte spor faaliyetine çıkmak için haber gönderen odalara haber gönderip bize gösterdikleri ilgi ve alakadan dolayı teşekkür ettik. Kendilerini neden tercih edemeyeceğimizi şöyle ifade etmiştik;

–Sizin gibi diğer birkaç oda da bizimle birlikte spora çıkmak için bize haber göndermişler. Hangi odayı seçersek bir diğer odanın alınacağını düşündük. Bizim nazarımızda bizimle birlikte spora çıkmak isteyen arkadaşlar arasında ayrım yapmamız bir diğer odaya karşı haksızlık olacağını düşündük. Bu yüzden tercihi spora bakan personele bıraktık. Sizden hakkınızı helal etmenizi istiyoruz.

Dört beş odaya aynı şekilde haber gönderdik. Gönderdiğimizi bu haber hepsi tarafından o kadar olumlu karşılanmıştı ki biz bile buna şaşırmıştık. Meğer bazı odalar kendi aralarında konuşup Hizbullah odasıyla kendilerinin çıkacağını söyleyip bu konuda iddiaya bile girmişler. Bunu daha sonra öğrendiğimizde buna hem şaşırmış hem de sevinmiştik.

Spor faaliyetleri için yeni odalar belirlendiğin de tanımadığımız başka adli arkadaşları tanıma fırsatı bulduğumuz için buna seviniyorduk. Elimizden geldiğince daha çok adli arkadaşa ulaşıp onlara İslam’ı anlatmak için tek fırsatımız olan spor faaliyetlerinden son derece istifade ediyorduk.

Adli odalarda bulunan arkadaş içinde henüz fıtratı bozulmamış birçok kişi vardı. Her ne sebepten olursa olsun yaptığı bir hata yüzünden düştüğü cezaevinde kendilerine ilgi gösterip onlara İslam’ı anlattığımızda birçoğu bize “Hocam neden daha önce sizinle tanışmadım? dışardaki Müslümanlar neden daha önce bize ulaşıp İslam’ı anlatmadılar? Belki de o zaman bu hatayı yapmak zorunda kalmazdık” diye sitem ediyorlardı. Ama onlarla konuşunca yaşanması gereken bir Kader olduğunu anlatıp Allah’ın hangi kuluna ne zaman ve ne şekilde hidayet vereceğinin hiç belli olmayacağını anlattığımızda bundan sonra ne yapmaları gerektiği hakkında bizden yardım istiyorlardı. Biz de elimizden geldiğince onlara yardımcı oluyorduk.

Spor faaliyetleri ve günlük olarak odamızdaki dersler bizi yeterince meşgul ediyordu. Spor faaliyetleri dışında adli arkadaşlarla haberleşmemiz devam ettiği için bize gönderdikleri ve sordukları şeylere cevap yazmak ve onların ne yapmalarını söylemek için yazdığımız yazıyı okul hayatım boyunca bile yazmamıştım. Kafalarında oluşan her şeyi sorabileceklerini söylemiştim. Ama onlar gördükleri rüyalar ve oda içindeki sorunlarını bile yazıp bu konuda bizim tavsiyemizi sormaları yükümüzü ağırlaştırmıştı. Onlara yazdıklarımız yazı hem çok detaylı olmalıydı, hem de anlaşılır bir dil kullanmamız gerektiğinden bazen sadece bir odadaki arkadaşın yazdığı bir şeye verdiğimiz cevap dört sayfayı bulabiliyordu. Günlük olarak en az yazdığımız yazı dört sayfaydı. Bazen birkaç odadan soru gelince bu yazdığımız yazı haliyle artıyordu.

Adli arkadaşlardan sürekli talep ettiğimiz şey kitap okumaları ve İslam hakkında bilgi sahibi olmalarıydı. Bunu her fırsatta istememize rağmen çok az kişi yapıyordu. Kitap okumaktansa soru sormak onlar için daha kolaydı her halde. Yine de elimizden geleni yapıyorduk.

Bu yazıya tepkini ver!

Benzer Bloglar