
Zindan Hatıraları-Önsöz
ZİNDAN HATIRALARI
Diyarbakır e tipi kapalı cezaevi 14
YASAL DEĞİŞİKLİK VE TAHLİYELER 152
44. oda 183
Bafra t tipi kapalı cezaevi 196
ÖNSÖZ
Hamd âlemlerin Rabbi, eşi ve benzeri bulunmayan yüce Allah azze ve celleye mahsustur.
Salat ve selam âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve selleme, O’nun pak aline, ehli beytine, ashabına ve onlara tabi olan tüm Müslümanların üzerine olsun.
Cezaevi denilince insanda gayri ihtiyari bir irkilme olur. Toplumumuzda cezaevindeki insanlara hep şefkat nazarı ile bakılmıştır. Mahkûma acıyanlar, onun hangi suçtan dolayı cezaevine girdiğinden çok, kaybettiği özgürlüğünü göz önünde bulundururlar.
Cezaevine girmeden, cezaevinin nasıl bir yer olduğunu bilmemize imkân yoktur. Bunu bir zamanlar dışardayken yaşadığım hayattan biliyorum. Cezaevi hakkında birçok kitap okumanın yanı sıra, cezaevine girip çıkan tanıdıklardan, cezaevinde kaldıkları süre zarfında yaşadıklarını dinleme şansım olmuştu. Tüm bunlara rağmen yine de cezaevine ilk girdiğim zaman şaşırmıştım.
Cezaevine ilk girdiğim zaman, dış dünyadan kopup başka bir dünyaya gelmiş gibi hissettim kendimi. Yeni bir dünyanın kapıları açılmıştı bana. Bilmediğim, tanımadığım bir dünyaydı burası. Bu dünyanın yaşam koşulları ve şartları dış dünyadan çok farklıydı. Kendimi bir yabancı ve bir çocuk gibi bilgisiz ve savunmamız hissetmiştim.
Cezaevinde geçen yıllarım bana yeni ufuklar açtı. Yeni deneyimler ve yeni bilgiler öğrenmemi sağladı. Bir zamanlar yabancısı olduğum bu cezaevi hayatı artık bildiğim ve tanıdığım yenidünyam ve yaşam alanım olmuştu. Tüm cezaevi şartları ve koşulları içinde edindiğim tecrübeler, cezaevindeki hayatımı daha rahat geçirmem açısından faydalı olmuştu.
Edindiğim tecrübeleri paylaşmak adına yazdığım bu kitapta üzerinde durduğum konular, genellikle cezaevindeki kurallar, sosyal yaşantı ve yaşam şartlarını içeriyor.
Bir oda içinde birlikte kaldığım arkadaşlardan hiçbirinin ismini vermemeye gayret ettim. Arkadaşlarımın izni ve rızası olmadan onlar adına konuşmak ve birlikte yaşadıklarımızı anlatmak için kendilerinden izin almam gerekirdi. Şu an içinde bulunduğum şartlarda onlardan birçoğuna ulaşma imkânım olmadığı için isimlerini zikretmekten kaçındım.
Cezaevinde aynı odayı paylaştığımız arkadaşlarla aramızdaki bağ bir aile yapısına benzer. Nasıl ki aile içinde de zaman zaman kardeşler arasında yaşanan olumsuzluklar varsa, aynı şekilde bizim de aramızda zaman zaman istemediğimiz bazı tatsız olaylar oluyordu. “Kol kırılır yen içinde kalır” sözünde olduğu gibi, oda içinde yaşananlar oda içinde kalırdı.
Aile ortamının mahremiyeti gibi kaldığımız odalarda da yaşananlar bir başkası için mahrem sayılır. Birbirimizde şahit olduğumuz kusur ve eksiklerimizi bir başkasına anlatmaktan hayâ ederiz.
Bu yüzden bu kitapta bir oda içinde kaldığımız arkadaşlar aramızda geçenlerden daha çok cezaevi şartları içinde nasıl bir yaşam olduğunu, yasaklar, zorluklar ve sosyal yaşamı konu edindim. Rabbimden bu eseri, bu aciz kulundan kabul edip hayırlara vesile kılmasını diliyorum.
GİRİŞ
İnsanoğlu özgür, hürriyete âşık ve tutkulu yaratılmıştır. Özgürlüğün kıymetini, ancak özgürlüğümüz kısıtlandığında anlarız.
“Özgürlük nedir?” diye bir soru sorulacak olursa, ortaya çok farklı cevaplar çıkacaktır. Sözlük manası “Hürriyet serbestisi” olan özgürlüğün sınırı nedir? Ne kadar özgürüz? Özgürlük, dilediğimiz gibi yaşamak ve dilediğimiz şeyi yapabilmek midir? Ya da özgürlük dediğimiz şey, gönlümüzün istediği her şeyi yapabilmek midir? Başkalarının hak ve hukuku özgürlüğümüzü ne kadar sınırlayabilir? Toplum kuralları çerçevesinde yaşamak özgürlük müdür?
Bu soruların cevabını değişik kaynaklarda bulmak mümkündür. Ama benim özgürlükten kastım, “Hürriyet serbestisi” olan özgürlüktür. Bunun zıddı, esaret ve tutukluluktur.
Herhangi bir kişi, ne şekilde ve hangi suçtan dolayı olursa olsun hürriyeti elinden alınıp zindana atıldığı zaman, işte o vakit kendisinin artık özgür olmadığını, hürriyetinin elinden alındığını anlar.
Tutsaklık ve esaret özgürlüğün zıddıdır. İnsanoğlu ne kadar özgürlük aşığı ve tutkunu ise o oranda da esaret ve tutsaklıktan nefret eder. Öyle ki bazen ölümü bile esarete tercih eder. Bunun da nedeni esaretin insan fıtratına aykırı olmasından kaynaklanıyor olsa gerek.
Dünyanın bir imtihan yurdu olması hasebiyle yaptığımız her iyilik ve kötülüğün karşılığını ahiret hayatında göreceğiz. İçinde yaşadığımız toplumlarda da belirlenen kurallar ve yasalara uyulmadığı takdirde bazı cezai yaptırımlar belirlenmiştir. İşlenen her suçun ve yapılan her hatanın bir yaptırımı var elbette. Bu yaptırımlar her topluma göre değişse de yaptırımların uygulanması için her toplumda inşa edilen yapılar mevcuttur. Bu yapılar sayesinde kişinin hürriyet serbestisi elinden alınır. Esarete mahkûm edilir. Bizim toplumda bu yapılara “Cezaevi” adı verilmiştir. Bu bile ne amaçla inşa edildiklerini haykırırcasına kendisini belli eder. Cezaevi; kişinin yaptığı hatalar yüzünden özgürlüğü elinden alınarak konulduğu yer olarak bilinse de bazen de suçsuz oldukları halde esarete mahkûm edilenler yok değil. İnançlarından dolayı mahkûm olan Müslümanlar bunun en güzel örneğini sergiler. Dış dünyayla bağlantısının kesilerek dört duvar arasına hapsedildiği mekânın adıdır cezaevi.
Özgürlük, sahip olduğumuz ve kıymetini tam olarak idrak edemediğimiz bir nimettir. Birçok nimette olduğu gibi özgürlük nimeti de ancak elimizden kayıp gittiği zaman onun kıymetini anlarız. Yani iş işten geçtiği vakit aklımız başımıza gelir.
Cezaevine düşmeden özgürlüğün nasıl bir nimet ve hazine olduğunu anlamaktan çok uzağız. Sahip olduğumuz en değerli şeyin özgürlük olduğunu bize dört duvar arasında geçen zaman/yaşam hatırlatır. Özgürlüğün kıymetini bilmek için illaki cezaevine düşmek mi gerek? Cezaevine düştükten sonra pişmanlıklar kendini gösterse de artık her şey için geç kalınmış demektir. Pişmanlıklar, keşkeler ve teessüfler artık hiçbir yarar sağlamaz olur. Yapılan hatanın bedeli özgürlüğün elinden alınmasına sebep olmuş, dört duvar arasında mahkûmiyet hayatı başlamıştır artık mahkûm için.
İnsan, esareti ve tutsaklığı görmeye dursun, işte o vakit “Ah özgürlük” nidaları gayri ihtiyari bir şekilde ağzından çıkıverir.
Hayat dediğimiz şey sadece yaşamak mıdır? Yoksa özgürce bir yaşam mıdır? Hayatta olalım da nasıl olursa olsun mudur yoksa yaşamak?
Hz. Yusuf’tan şöyle söylediği rivayet edilmektedir: “ Zindan diriler kabridir.” Bu söz sizde nasıl bir intibah oluşturdu bilmem, ama hayatında zindan tecrübesi olan birinin bunun ne demek olduğunu çok iyi bildiğinden eminim. Henüz zindan tecrübesi yaşamayanlar, diri diri toprağa girdiğini hayal etsinler, ne kadar ürpertici olduğunu belki o zaman daha iyi anlayabilirler.
Cezaevleri her zaman zulümle anılmış, zulmün ve acıların yaşandığı bir yer olmuştur. Zulüm sadece fiziksel işkenceden ibaret değildir. Belki de işkencenin en çetini psikolojik olarak yapılan işkencedir. Her defasında özgürlüğü elinden alınan kişiye bir mahkûm olduğunu hatırlatan saçma yasaklamalar, psikolojik işkencenin sadece bir çeşididir. Sizi insan yerine koymayan kimi cezaevi idaresi ve gardiyanlar, devletin yasakçı ve tecrit yasaları sizi bu hayattan soğutup yönetime karşı öfkeyle doldurur ve kininizi artırırlar. Bundan daha da acısı bu hayattan nefret ettirip ölümü daha çok sevmenize sebep olurlar.
İsminden de anlaşıldığı gibi, cezaevleri türlü türlü cezalarla donatılmış mekânlardır. Özgürlüğünüzün yanı sıra kişiliğinizin de elinizden alınmaya çalışıldığı bir mekândır. Cezaevinde devletin bir vatandaşı olmaktan çok topluma zararlı bir… gibi muamele görürsünüz. Devlet de bu durumu fark ettiğinden olsa gerek hüküm alan kişinin tüm kişilik haklarını elinden alır, onu cezalandırmayla yetinmeyip cezaevinde de rahat etmemesi için yasaklar ve cezalarla kendisini daima hatırlatır. Devletin artık bir vatandaşı olmadığınızın kanıtı olarak da mahkûm edildikten sonra tüm kişilik haklarınızdan başka sosyal haklarınız da elinizden alınıp bir birey olmaktan çıkarılırsınız. Kendi vatanınızda, sahip olduğunuz ve yaşamınızı sürdürdüğünüz bu topraklarda artık bir yabancısınız. Bu da bir tür cezalandırmadır.
Hükümlü olduktan sonra, tüm vatandaşlık hakları elinden alınan mahkûmun dışarıyla ilgili tüm işlerini yapabilmesi için, onun adına işlerini yürütmek amacıyla kendisinden zorunlu olarak vasi tayin etmesi istenir. Bu, bir mecburiyettir. Çünkü mahkûm, hukuki olarak irade hürriyetini de kaybetmiştir. Adeta mümeyyiz olmayan bir çocuk veya bir deli muamelesi görür.
Mahkûm, hiçbir şekilde oy kullanamaz. Kendi muhtarını, belediye başkanını ve Milletvekilini bile seçme hakkı yoktur artık.
Her mahkûmun cezaevine bakış acısı farklı olsa da, burası bir cezaevinden çok bir âleme benzer. 18 bin âlemin var olduğunu söylerler. Her insanın bir âlem olduğunu söyleyenlerin ne kadar doğru söylediklerini burada yaşayanlar daha iyi anlar. Her türlü insanı barındıran cezaevleri başlı başına bir âlemdir. İçindekilerle birlikte bambaşka bir dünyadır adeta. Kendine has yaşam şartları ve koşullarıyla dış dünyadan çok farklı bir yerdir cezaevi. Kimi mahkûmların tabiriyle “İnsanın annesinden emdiği sütü burnundan getiren bir âlemdir.” Haksız yere cezaevine düşenler ise cezaevini gördükten sonra insanoğlu olarak bu dünyaya geldikleri için bin pişman olup “Keşke bundan önce ölüp gitmiş olsaydım” diye söylenirler.
Cezaevi bir toplumun kanayan yarası ve hastalığının dışa vurmuş halini temsil eder. Bir ülkede cezaevlerinin ve mahkûmlarının çokluğu size o toplum hakkında çok şeyler anlatmaya yeter. İlletli bir hastadan kaçındığınız gibi kaçının o ülkeden ki o toplumun hastalığı bir gün size de bulaşır diye korkun.
“Cezaevi mi yoksa ölüm mü?” sorusunu mahkûm arkadaşlarımdan çoğuna sordum. İlginç cevaplar aldım. Bence en ilginç olanı ise; “Ölüm insanı bir kez yakalar, ama cezaevi insanı her gün öldürür” sözü bence cezaevini anlatan en özlü sözdür. Cehennemde azap çekenler için ölüm yoktur. Onlar gördükleri azap yüzünden bir an önce ölmek isterler. Ama o gün ölüm de bir koç gibi boğazlanarak öldürülmüş olduğundan, ölüm diye bir şey olmayacaktır artık. Cezaevi, bu dünyada yaşanılan bir cehennemden farksızdır. Mahkûmun aldığı ceza onu öldürmese de her gün ölümü temenni etmesini sağlıyor. Mahkûm her gün ölmekte ve dirilmektedir cezaevinde. Kim bilir belki de bazı adli mahkûmların geceleri uyanık kalıp gündüzlerini ise uyku halinde geçirmeye çalışmaları bundandır. Ama mahkûma ölmek bile yasak. Kendi isteği ile ölmek istediğinde ve bunu beceremediğinde, ölüme teşebbüs ettiği için ayrıca cezalandırılır. Cezaevinde ölmek için bile can atarsınız. Ölmek için yollar ararsınız. Ama sizi kurtaracak hiçbir yol yoktur. Tek sığınağınız ve melceniz Rabbinizdir. İslam dininde intihar büyük bir günah ve ebedi cehennemdir. Bunu bildiğimiz için tüm yaşadıklarımıza sabrederiz.
İlahi yardımın size gelmediğini görmeseniz bile, zamanla cezaevine alışıp kaderinize rıza göstermeniz, size olan ilahi bir lütuftan başka bir şey değildir.
Cezaevinin her günü bir diğer günün tekrarından başka bir anlam ifade etmez. Monoton bir yaşam sürersiniz cezaevinde. Cezaevinin yarını bugünden farklı olmadığı için, “Yarın başka bir gündür” sözü burada anlamsızdır. Sadece içinizdeki dert ve keder her geçen gün biraz daha kendisini hissettirerek tüm enerjinizi emip sizi karamsarlığa sürükler. Dört duvar arasında olmanız yalnız olduğunuz anlamına gelmez. Mekândan ve zamandan münezzeh olan, her halinizi en iyi bilen ve yanı başınızda her an hazır ve nazır olan, içinizi rahatça dökebileceğiniz âlemlerin Rabbi Allah azze ve celle vardır. Allah’ın varlığı ise mahkûm için en büyük tesellidir.
Cezaevinde Allah’ın varlığını hissedebilmek en büyük güç ve destektir. Derdinizi anlatamadığınız hâkim ve savcılar yerine sizi en iyi bilene sığınıp O’nun adaletine olan güveniniz sizi ayakta tutmaya yeter. “İnsanlar zulmeder, ama Allah adalet eder” diyen, yıllarca suçsuz yere zindanlara atılan Bediuzzaman Said Nursi bunu bizzat kendisi yaşayarak tecrübe etmiştir.
Hâkimin kararından sonra cezaevine bir defa düştüyseniz eğer, cezaevi idaresine dert anlatmaya çalışmanız boş bir çabadır. Cezaevinden önceki yaşamınızda her kimseniz, sıfatınız, rütbeniz, makamınız her ne ise cezaevine düştükten sonra bunun hiçbir anlamı kalmıyor. Cezaevinde kısmen de olsa bir eşitlik söz konudur. Çünkü burada artık bir insan gibi muamele görmezsiniz. Cezaevi kapısından içeri girdiğiniz andan itibaren insanlığınızı kapıda bıraktığınızı kısa bir süre sonra anlarsınız. Size yapılan muamelelerin insan onurunu ayaklar altına alan bir uygulama olduğunu çok geçmeden anlarsınız, ama yapacak hiçbir şeyiniz yoktur artık. İnsan onuruna ait her ne varsa hepsi cezaevi kapısının dışında kalmıştır artık. Şimdi bambaşka bir yerde bambaşka bir hayata yeniden başlamak için çalışma zamanıdır.
Mahkûm olmak nasıl bir şeydir ki sürekli acılarla mücadele etmek zorunda kalır insan? Bu acılar bazen öyle dayanılmaz olur ki isyan edip şeytana dost olmakla veya isyan etmeyip Allah azze ve celleye dost olmak arasında bir tercih yapmak zorun kalır mahkûm. Cezaevi tam bir mücadele alanıdır. Nefisle mücadelenin zirve yaptığı bir yerdir. Zorlu bir yoldur. Cezaevi süreci, M. Akif’in siratel müstakim için söylediği “Kıldan ince kılıçtan keskin” şeklindeki tarife tam da uyuyor. Cezaevinde hak yolda yürümek kıldan ince ve kılıçtan keskin bir yol üzerinde yürümek gibidir. Hak yolda yürümek ve hak yolda sebat etmek dışardaki hayattan daha bir zorlu ve meşakkatlidir.
Cezaevi; acıların ve hüzünlerin yoğun olarak yaşandığı bir yerdir. Dışardan bakılınca taş duvarlardan başka hiçbir şey anlaşılmasa da bu dört duvarların misafir ettiklerine neler yaşattıklarını keşke söyleyebilecek dilleri, onları nasıl ağırladığını anlatacak imkânları olsaydı.
Nice aslanları kuzuya çeviren bir yer düşünün. Kafese konulan aslanlarla eğlenen çocuklar ve onlarla dalga geçercesine oynayan sırtlanlar gibi, cezaevine düşen aslanlara aynı muameleyi yapan bir zihniyet sizi karşılar. Onurunuzu ve kişiliğinizi yok sayan kurallar yetmezmiş gibi, Bir de adı konulmamış “Güvenlik gerekçesiyle” alınmış bir sürü saçma sapan yasaklarla karşılaşınca; “Burası da nasıl bir yer?” diyerek hayretinizi belirtirsiniz. En küçük bir insani talebin bile hiçbir neden yokken reddeden bir zihniyetin var olduğunu anlamanız için illaki cezaevine girmeniz gerektiğini düşünürsünüz.
Bir zamanlar cezaevlerindeki insanların, yaptıkları hatalarının karşılığı olarak tutulduklarını düşünürdüm. Ama cezaevinin insanlara göre bir yer olmadığını nereden bilebilirdim ki. Görmeden de bunu hiçbir zaman bilemezdim galiba. Hayvanlarını ahıra kapatanlar bile hayvanlarının rahat edebilmeleri için birçok tedbir alıyorlar. Oysa insan cezaevine girince rahat etmemesi için her türlü tedbir ve yasaklarla önlem alınıyor. Cezaevinin koşulları ve mahkûmu daha fazla sıkmaya imkân ve olanak veren birçok uygulama, yitirmiş olduğunuz özgürlüğünüzün yanında tuzla biber oluyor.
Ülkemizde yapılan cezaevlerinin dış görünüşü modern bir yapı görünümünde olsa da mahkûmların kaldıkları odaların fiziki koşulları ise tam bir tecritten ibarettir. Her yapılan yeni bir cezaevine verdikleri alfabe isimleri ise sadece mahkûmları daha fazla ne kadar sıkabiliriz, onları en fazla nasıl cezalandırabiliriz diye tecrübe edilerek geliştirilen bir modeller zincirinden başka bir şey değildir.
Cezaevinde konulduğunuz odanın fiziki yapısının yanı sıra içindeki demirbaş denilebilecek ranza ve elbise dolabı bile cezaevinin istediği gibi odanızı daraltacak, yaşam alanınızı kısıtlayacak bir şekilde düzenlenmiş olduğunu görmek sizi ilk bakışta şaşırtabilir. Bundan sonra ki yaşamınızı sürdüreceğiniz bir odayı kendi istediğiniz gibi şekillendirmek bile yasaklanmıştır. Cezaevi idaresi tarafından düzenlenen oda idarenin istediği gibi kalmalıdır. Aksi takdirde bazı cezai yaptırımlarla karşılaşırsınız. Kalmak zorunda olduğunuz odanızı bile değiştirmenize izin verilmediği gibi idareden bunu talep ettiğiniz takdirde alacağınız cevap sizi daha fazla şaşırtabilir.
Bir mahkûm olarak bu tür sorunlarla karşılaştığımız zaman; “Bu yapıları bu şekilde projelendirenlerin ve yapımına izin verenlerin tez zamanda buraya konulmasını Rabbimizden diliyoruz” diye beddua ediyoruz.
Cezaevine hangi suçtan ötürü girilirse girilsin, az bir farkla da olsalar hep aynı kategoride değerlendirilirler. Cezaevinde herkesin adı mahkûmdur. Ardından bazı sıfatlar (siyasi, hırsız, dolandırıcı vs.) gelse de hep aynı muameleye tabi tutulurlar.
Cezaevi idaresine göre iyi mahkûm veya kötü mahkûmdan anladıkları şey cezaevi idaresinin belirlemiş olduğu kurallara uyup uymadıklarına göre değerlendirilir. En adi suçtan ötürü cezaevine girmiş bile olsa, cezaevinin kurallarına uyan mahkûm, cezaevi idaresi nezdinde iyi bir mahkûm olmaya yetiyor.
Cezaevleri hiç de durağan olmayan bir yapıya sahiptir. En küçük bir hakkınızı almak için cezaevi idaresini ikna etmeniz için çabalamanız gerekiyor. Bu hiç de kolay olmayan bir iştir. Deveye hendek atlatmak kadar zordur. Halk arasında askeriye için kullanılan; “Mantığın bittiği yerde askerlik başlar” sözü, aslında cezaevleri için daha uygun düşüyor. Cezaevi idaresinin uygulamalarına hiçbir mantıklı açıklama bulamazsınız. Şairin dediği gibi; “Akıl, olmazların zoru içinde.”
Firavun’ un sarayı Musa (a.s) için bir zindan değil miydi? Oysa saraylar muhkem yapılar olmakla birlikte konforlarıyla da ün yapmış yapıtlardır. Ama bir zalimin varlığı, o sarayı zindana çevirmeye yetiyordu. Oysa özgürce yaşadığın bir kulübe zindan olan saraydan insana daha çok huzur verir. Huzur mekânlarda değildir. Eğer öyle olsaydı, zenginler yaşadıkları konforlu mekânları sayesinde en huzurlu ve mutlu kişiler olurlardı. Oysa mutluluk ve huzur kişinin kendisini özgür hissettiği yerdedir.
Cezaevlerinin konforu sadece idare tarafına bakan yüzünden ibarettir. Mahkûm için bunların hiçbir değeri ve kıymeti yoktur. Her ne kadar konforlu olursa olsun, özgürlüğünü yitirmiş bir insan için konforun hiçbir anlamı yoktur. Mahkûm için, yaşadığı odanın konforu, yitirdiği özgürlüğünü hiçbir şekilde telafi edemez. Zaten Mahkûm için belirlenen odalarda konfor aramak, gecekondu da saray aramak gibi muhal bir şeydir. Çünkü odalar hem dar, hem de mahkûmun rahat etmemesi için tasarlanmış gibidir. Odaların fiziki darlığı bir yana, bir de odadan her çıkışta insana mahkûm olduğunu her defasında hatırlatmaktadır.
Türkiye’deki cezaevlerinin geneli “Yüksek Güvenlikli Cezaevi” olarak inşa edilmişlerdir. Yüksek güvenlikten kast edilen şey, mahkûmu sıkmak için alınan tedbirlerden ibarettir. Oysa “Yüksek güvenlikten” anlaşılması gereken şey mahkûmların firarlarını önlemek ve cezaevi içerisine yasak madde girişini engellemek olmalıydı. Bu tip cezaevlerindeki uygulamalar, mahkûmları sosyal ve toplumsal yaşamdan uzaklaştırıp ferdi bir yaşama zorlamaktadır. Böyle bir uygulama her ne kadar insanın tabiatına aykırı da olsa bunu yapmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Tüm zorluklara rağmen, kim ve hangi suçtan ötürü cezaevine girerse girsin Allah azze ve cellenin rahmeti altındadır. Mahkûmların yaşadıkları tüm olumsuzluklara rağmen fiziksel olarak pek fazla yıpranmamaları ilahi bir rahmettir. İnsan hangi yaşta cezaevine girmişse, bundan sonraki süreçte cezaevinde ne kadar kalırsa kalsın, kendisini hep cezaevine girdiği yaşta hisseder. Üzerinde uzun yıllar geçse de durumu değişmez. O, hâlâ cezaevine girdiği yaştadır. Uzun yıllar cezaevinde kalanlar için yıllar ay, aylar haftalar, haftalar da günler gibi geçiyor. Tabi bunu ilk zamanlar fark etmek neredeyse imkânsız gibi bir şey. Ama yıllar geçtikten sonra dönüp arkasına bakanlar bunu itiraf ederler.
Musibet zamanında vaktin geçmediği bir hakikattir. Ama güzellik ve sevinç zamanları ise çok çabuk geçer. Bir mahkûm için de durum aynıdır. Mahkûm için cezaevindeki en güzel denilebilecek vakit görüş günleridir. Cezaevinde mahkûmların yakınlarıyla yaptıkları görüşler bir saat olmasına rağmen, o bir saat sanki birkaç dakika içinde bitmiş olur.
Cezaevinde mahkûmun en çok karşılaştığı sorunlardan biri, hiç şüphesiz ki sağlık sorunudur. Cezaevinin kendisine has bazı hastalıkları vardır. Belki bunların başında psikolojik rahatsızlar sayılabilir. Ama bir de fiziksel rahatsızlıklar vardır. Onlardan en önemlisi ise mide rahatsızlıkları ve de hemoroittir. Bunların nedeni ise cezaevi koşulları ve şartlarından kaynaklandığı bilinen bir gerçek olmasına rağmen bu konuda gerek Adalet Bakanlığı gerekse yetkili kişiler hiçbir tedbir almayı düşünmezler. Bazen öyle olur ki, acaba bir mahkûma ölüm cezası vermeyen devlet, mahkûmların hastalıkla acı çekerek ölmelerini mi istiyor diye düşünmeden edemiyoruz.
Cezaevi bazı hakikatleri görmemizi sağlayan bir süreçtir aynı zamanda. Şehid Rehberden rivayet edildiği söylenen “Zindan kimisine göre bir ibadethane, zikirhane, tefekkürhanedir. Gerçek dostlar edinme yeridir.” Cezaevinde mahkûmun o kadar çok zamanı olur ki bunu nasıl değerlendireceği ise kendi isteğine kalmış bir durumdur. Zindanı kendisine bir gül bahçesi yapabileceği gibi burasını kendisine derin bir zindan da yapabilir. Zindanda olan kişi, kendisine zindanın piri olan Hz. Yusuf’u örnek almalı, O’nun gibi zindanı medreseye çevirmelidir. Belki o zaman zindan musibetinin hafiflediğini hissedebilir. Zindanı kendisine bir medrese yapan ve burada kaldığı süre zarfında Rabbine dönüp yaptıkları için istiğfar eden biri, çıktığı zaman da Rabbine kullukta sebat edebilse, bu onun ahiret hayatının kurtuluşuna vesile olabilir. Dünyayı kaybeden mahkûm ahiret hayatını kazanmakla en büyük saadete erdiğini ahirette görecektir. Dünya hayatı zindan olanın ahiret hayatının da zindan olması kadar kötü ne olabilir?
Cezaevine giren bir mahkûm, sadece özgürlüğünü kaybetmez. Cezaevine girdiği andan itibaren iradesini de kaybeder. Bundan böyle mahkûm Adalet Bakanlığının bir malı hükmündedir. İnsan olmaktan çıkmış bir metaa dönüşmüştür. Mahkûm üzerindeki tüm inisiyatif Adalet Bakanlığı, Ceza ve Tevkif evleri Genel Müdürlüğü ile cezaevi idaresinin eline geçmiştir. Mahkûmun artık hiçbir gücü ve kuvveti kalmamıştır. Tüm iradesi elinden alınan mahkûm, kendisi gibi insanoğlunun inisiyatifinden korkmalı. İnsanın ne kadar zalim olabileceği bilindiğinden tek çare Allah azze ve celleye sığınarak Allah’a iltica etmektir. Allah’a sığınılmalı, O’ndan başkasının kendisine yardımcı olmayacağını çok iyi bilmeli ve bunu cezaevinde kaldığı süre zarfında tefekkür etmelidir.
Cezaevinin nasıl bir yer olduğunu anlatmadan önce Hizbullah Cemaatinin Şehid Rehberi Hüseyin Velioğlu’nun zindanla ilgili birkaç sözüne kulak vermek lazımdır.
Zindan süreci İslami davaların bir merhalesi haline geldiği bu zamanda şehit rehberimiz zindanı şöyle tarif ediyor.
“Zindan nedir? Dünyaya bakış açısına göre anlam kazanan, dolayısıyla insan üzerine değişik bir etki bırakan bir mekândır. Kimine göre ibadethane, tefekkürhane, davayı hayata geçirmek için girişilen bir süreç, bir berzahtır, bir mecradır. Dava için dökülmesi arzulanan kanın en önemli temizlenme yeridir. Çünkü davaya hediye edilecek olan kan temiz olmalıdır.
Küfür karanlığının karanlık gecelerinden olan zindan, müminin davasının hâkimiyetinin engellemesine dayanamayıp karşı çıkınca karşılaştıklarındandır. Bir adım bir safhadır. Davetçinin karşılaştığı bir imtihandır. Orada çekilen ıstırap, gözyaşı bu davanın oluşumunda dökülen kanların bir benzeridir. Davaya hediye olarak sunulacak kanın temizlenme yeridir.
Mücadele acısından zindanın karşılığı; meyve yetiştiren, tohumları gizleyen toprağa benzer.
Mücadelesiz kan, gözyaşı ve eziyet, aczdir; ama kan, gözyaşı, eziyet… mücadele ile beraber olursa zafer getirir. Mükâfatını Allah dünyada da verir.
Hiç unutmayın ki; karanlık, soğuk dehlizlerdeki zincir şakırtılarının, saray debdebelerinin korkulu rüyası olması, sadece tarihe has bir olay değildir. İnsanlıkla paralel başlayan ve kıyamete kadar gidecek bir süreçtir. Zindanlar, davaları için mücadele verenlerin savaş meydanlarıdır. Bu savaşa katılanlar, elbette birçok şeyi göze almışlardır.
Zindanın felsefesinin temelinde egemene, onun tasallutundan, kanunlarına, düzenlerine… başkaldırı yattığından, toplumların temel meselesi olan yönetimle yakın ilişkisi vardır. Zulme, küfre başkaldırının karşılığı zindan olduğundan dolayı zindandakiler yönetimin birinci derecede düşmanı oluyorlar. Ayrıca zindan, müminlerin kâfirlerle, zalimlerle, şeytanlarla, nefisle… savaş alanlarından biridir.