
Zindan Hatıraları-Tahliyeler
YASAL DEĞİŞİKLİK VE TAHLİYELER
Topluma Kazandırma Yasasına başvurup bizden ayrılan kişilerin ardından içimizde oluşan ikilem ve tartışmalar, yasanın süresinin bitiminden sonra kısa bir süre daha konuşulmaya devam etti.
2004 yılında Türk Ceza Kanununda değişiklik yapılması gündeme geldiğinde, hepimizi yine tahliye olma umudu sardı. Özellikle Topluma kazandırma Yasasıyla istediği amaca ulaşamayan zamanın hükümeti, yeni bir yasal çalışmayı yürürlüğe koymaya hazırlanıyordu. Henüz bu yasal çalışmanın içeriğini tam olarak bilmesek de sönmüş olan tahliye umutlarımızı yeniden yeşertmişti.
Her geçen gün medya aracılığıyla yasal düzenleme hakkında yeni bir şeyler ortaya çıkıyordu. Yasal düzenleme netleştikçe bizim de umutlarımız artıyordu. Yalnız konuşulanlar hepimizin tahliyesinin söz konusu olmayacağını ortaya çıkarıyordu. İçimizde iki ayrı ceza gurubu vardı. Bir kısmımız örgüt üyeliği ile cezalandırılmıştık. Örgüt üyelerinin aldıkları ceza on iki yıldı. Bu cezalarının dokuz yıl altı ayını yatıyorlardı. Geri kalanlar ise müebbet hapis cezası alanlardan oluşuruyordu.
Yeni yasal düzenleme ile alınan cezalarda bir düzenleme yapılıyordu. Örgüt üyelerinin on iki yıl olan cezaları yedi buçuk yıla indiriliyordu. Bu cezanın dört yıl sekiz ayı ise net olarak yatılacak cezaydı. Müebbet hapis cezası alanlar için konuşulanlar ise infaz sisteminin tek bir sistem haline getirilmesi şeklindeydi.
Siyasi mahkûmlar ile adli mahkûmların infazları farklıydı. Adli mahkûmlar aldıkları cezalarının beşte ikisini yatarken siyasi mahkûmlar ise beşte üçünü yatıyorlardı. Bu sistemin tek bir infaz haline getirilmesi konuşuluyordu. Bunun için birçok alternatif ortaya atılıyordu. Ama en sıcak bakılan sistem siyasi mahkûmların da adli mahkûmlar gibi infazlarının beşte iki olması yönündeydi.
Yasa hazırlanıp Meclise gelip kabul edildikten sonra her şey daha net olmuştu. Örgüt üyeliğinden ceza alan arkadaşlarımızın neredeyse hepsi 2000 yılında Beykoz baskınından sonra gözaltına alınanlar olduğu için beş yılı aşkın bir süreyi doldurduklarından, yasanın Cumhurbaşkanı tarafından onaylamasının ardından tahliyeler başladı. Hükümlü olan arkadaşlarımız mahkemeye dilekçe yazıp tahliye oluyorlardı. Her gün bloklarda tahliye olan arkadaşlarımız için çekilen tekbirler ile seviniyorduk. Mahkemesi devam edenler ise mahkemeye gidişleri ardından yattıkları süre göz önünde bulundurularak tahliye oluyorlardı. Her gün birkaç tekbir sesi ile tahliyeler kutlanılıyordu.
Yasal değişiklik, örgüt üyeleri için tahliye kapısını açmıştı. Ama gidenler geride bıraktıkları kardeşleri için hiçbir değişiklik yapılmadığından onları geride bırakmanın hüznünü yaşıyorlardı.
Yeni yasayla konuşulan infaz sisteminin tek bir sistem haline getirilmesinden vazgeçilip eski sistem üzerine kalınması kararlaştırıldığı için müebbet ceza alanlara bu yasada her hangi bir olumlu gelişme yoktu. Tam aksine bundan sonraki cezalar için bir artış söz konusuydu.
Örgüt üyesi olan arkadaşlarımızın tahliyesi ile nerdeyse sayımız yarı yarıya inmişti. Bu, bizim için bir umuttu. Onları çıkaran Rabbimizin zamanı gelince bizi de elbette bu zindanlardan çıkaracağına güvenerek Kaderimize razı oluyorduk.
Tahliyelerin ardından mahkemelerin daha fazla uzamaması için yeni atanan Hâkimler göreve getirildi. 1993’ten beri yakalanmış olan arkadaşlarımızın mahkemeleri halen devam etmekteydi. Bu kadar uzun süren mahkemelerin ardından buna bir son verip yargılama süresini Avrupa ülkelerindeki makul süreye çekmek için uzun süren mahkemeleri bir an önce sonlandırma çabasına girişildi.
Artık her mahkemeye gidenler mahkemenin kendilerinden savunmalarını istediklerini söyleyip dosyalarını bir an önce bitirmek istediklerini duyuyorduk. Buna hiç şaşırmadık. Çünkü yargılandığımız mahkemelerin tarafsız olmadığını biliyorduk. Ama yine de lehimize olan yasal haklarımızı kullanmak istiyorduk. Bunun için bir şeyler yapmaya çalışmanın boş olduğunu bilsek de yine de elimizden geleni yapıyorduk. Amacımız sonucu değiştirmek değildi. Sonucu değiştiremeyeceğimizi biliyorduk. Ama en azından bizden sonrakiler için geride bıraktıklarımızla yol göstermek ve uğradığımız haksızlıkları kayıt altına almak istiyorduk.
Mahkemeler son hızla ellerindeki dosyaları bitirmek için adeta bir yarışa girmişçesine çalışıyorlardı. 06.06.2006 yılında mahkeme bana müebbet ceza verdiğinde buna hiç şaşırmadım. Ceza aldığım günün ertesi günü açık görüşümüz vardı. O yüzden mahkemenin verdiği cezayı ilk olarak kimseye söylemek istemedim. Yarınki görüşe moralleri bozuk bir şekilde gitmelerini istemiyordum.
Bizden her kim mahkemeye giderse, dönüşünde mutlaka kendisini sorup mahkemesinin nasıl geçtiğini öğrenip sabır tavsiyesinde bulunurduk. Mahkeme dönüşünde bana da aynı ilgi ve alaka gösterilmişti. Arkadaşlara ceza aldığımı söylememeye kararlı olduğumdan “Her zamanki gibi” deyip konuyu kapatıyordum.
Açık görüşte ceza aldığımı ilk olarak aileme söylediğimde, gözlerindeki yaş beni yıkmıştı. Ama benim onlara teselli vermem gerektiğinden kendimi bırakmamak için zor tutuyordum. Beni yıkan, aldığım ceza olmamıştı. Tam aksine eşimin gözündeki umutsuz bakışları arasında akıttığı gözyaşı beni yıkmıştı. Bunu kendisine söylediğimde, kendisini toparlamaya çalışıp beni üzmemek için elinden geleni yapmaya çalışsa da görüş boyunca yüzündeki hüzün hiç kaybolmadı.
Görüş bittikten sonra odaya dönerken bazı arkadaşlar eşimin ağladığını fark ettiklerinden bir sorun olup olmadığını bana sordular. Dün mahkemede ceza aldığımı söylediğimde, hepsi şaşırıp bana bakmışlardı. Bunu neden dün söylemediğimi soranlara sebebini açıkladım, ama yine de bunu gizlediğim için bana kızdılar.
Çok kısa bir süre sonra ceza aldığımı tüm arkadaşlar öğrenmiş oldular. Ceza alanların ilki ben olmadığım gibi sonuncusu da değildim. Son zamanlarda neredeyse birçoğumuz müebbet hapis cezası alıyorduk. Mahkemelerimizin sonuçlanması bizden daha çok ailelerimizi etkiliyordu. Onlar için mahkeme devam ettikçe bir umut vardı. Ama bizim için mahkemeler ilk günden beri taraflı oluşlarından dolayı hiçbir zaman umut bağlamamıştık.
Tek umudumuz, Rabbimizin Rahmeti ile bize bir çıkış kapısı açacağıydı. Bu umudumuzu hâlâ koruyoruz.
2005 yılında Topluma Kazandırma Yasasından tahliye olanların büyük bir kısmının yasaya başvuruları ret edilerek tekrar tutuklanıp geri getirildiler. Bu, herkesi şaşırtmıştı. Tekrardan yakalanan arkadaşlar, yaptıklarının yanlışlığından olsa gerek, bizimle birlikte kalmak için cezaevine ilk girdiklerinde Hizbullah mensubu olduklarını söyleyerek bizim kaldığımız odalara verildiler.
Yasaya başvurup da çıktıktan sonra tekrar gelen arkadaşları bazı odalar kabul etmek istemedi. Bu konuda yine ikilem içindeydik. Bu kişileri odalarına almayan arkadaşları, cezaevi idaresi cezaevindeki abilerimize şikâyet ettiler. Abilerimizin müdahalesi sonucunda, herkes odasına gelen arkadaşlara en iyi şekilde davranmak zorunda kaldı.
Yine de oda içinde zaman zaman yasayla ilgili konuşuluyordu. Gelen arkadaşlar, her ne kadar konuşulanlardan rahatsız olsalar da, onlardan kimisi yaptığının hata olduğunu kabul ederken, bazıları ise yaptıklarında kendilerini haklı görüyorlardı.
Yasaya başvurmuş arkadaşların cezalarının bitimine az bir süre kalmış olmalarından dolayı onlara yaptıkları yüzden kırgın olmadan birlikte yaşamaya çalışıyorduk. Ama tabi bu durum hepimiz için geçerli değildi. Yasaya başvurmuş olan arkadaşlarla kalmak istemeyenler, oda değişikliği yaptıklarında, onları da anlayışla karşılıyorduk.
Mahkemeler hızlı bir şekilde sonlandırma çalışmalarının ardından çok kısa bir süre sonra birçoğumuz hüküm özlü olmuştuk. Dosyalarımız Yargıtay aşamasındayken Adalet Bakanlığı tarafından bazı hüküm özlü arkadaşlarımızın sevkleri değişik cezaevlerine çıkarılmıştı. Bu işin bir başlangıç olduğunu biliyorduk. Cezalarımızın onaylanmasından sonra birçoğumuzun akıbeti şimdiden belli olmuştu.
Zaman zaman cezaları onaylanmış arkadaşların da yakalanıp D tipine getirilmesi sonucu daha çok kişi başka cezaevlerine gönderildi.
2007 yılında dosyam Yargıtay tarafından onaylanınca, ben de çok kısa bir süre sonra başka bir cezaevine gönderileceğimi tahmin ediyordum. Bu düşüncede olan yalnız ben değildim. Benim durumumda olan birçok kişi vardı. Hepimiz artık kendimizi D Tipinde misafir olarak görüyorduk. Son zamanlarımızı yaşadığımızı tahmin edebiliyorduk. Bu yüzden yanımızda bulunan fazla kitaplarımızı ve eşyalarımızı eve gönderip hazırlık yapıyorduk.
2008 yılına girdiğimizde konuştuğumuz konu yine sevke gidecek olan bir gurubun daha olmasıydı. Bu seferki sevklerin daha geniş kapsamlı olduğu söylentileri dolaşıyordu.
Şubat ayına girdiğimizde bu söylentiler idare tarafından da söylenilmeye başlanmıştı. Söylentilere göre Adalet Bakanlığı tarafından hükümlü olanların başka cezaevlerine gönderilmesini, isteniliyordu. Bakanlık henüz bir karar vermeden, kendi isteğimizle başka cezaevlerine sevk yazmamızı istediklerinde bu fırsatı değerlendirmek için gitmek istediğimiz cezaevlerine sevk yazdık.
Henüz yazdığımız sevklerimize bir cevap gelmeden, bazılarımızın sevklerinin çıktığını duyduk. Temsilci arkadaşımız bu konuyu öğrenmek için idareyle görüşmeye gittiğinde, içimizde hükümlü olanlar temsilci arkadaşımızın dönmesini sabırsızlıkla bekliyorlardı. Ben de temsilci arkadaşı bekleyenler arasındaydım. İkindi namazının ardından havalandırmada tur atarken üst kattaki arkadaşlar temsilci arkadaşın çağırmasıyla kapıya gittiklerinde sabırsızlığımız daha çok artmıştı.
Üst kattaki arkadaşlar temsilci arkadaştan durumu öğrendiklerinde bunu bizimle de paylaşıyorlardı. Ama bu sefer pencereye gelen arkadaş bana daha yakın bir ilgi gösterisinde bulununca, benimle ilgili bir şeylerin olduğunu anlamıştım. Arkadaş konuşmaya ve bana nasihat etmeye devam ederken bir an önce sadede gelmesini istedim.
Temsilci arkadaşın idareden öğrendiğine göre bazı arkadaşların sevkleri çıkmış. Onların içinde benim de bulunduğumu ve benimle birlikte iki arkadaşın daha sevklerinin Muş E Tipi Kapalı Cezaevine çıktığını söyleyince ister istemez bu duruma üzüldüm.
Üst kattaki arkadaşların her biri bana tesellide bulunmak için pencereye geldiklerinde temsilci arkadaşın tekrar kapıya gelmesiyle yeni bir durumun ortaya çıktığı belli oluyordu. Meğer sevkleri çıkan yalnız biz üçümüz değilmişiz. Son gelen habere göre Siirt’e sevki çıkan dört arkadaş daha vardı. Onlardan birinin bizim üst katta az önce bana nasihat eden arkadaşın olması ise durumu tersine döndürmüştü. Bu sefer bizler ona nasihat ediyorduk.
Sevklerin durmayacağını biliyorduk. Bunların ardı gelecekti. Ama hiç birimiz nereye ne zaman gönderileceğimizi bilmiyorduk. Bu durum geride kalanlar için de bir sorundu. Biz sevkleri çıkanlar belki de yine bölgede bir yere gidiyor olduğumuzdan bir nebze olsun teselli buluyorduk.
Bir hafta sonra sevke gideceğimizi söyleyip hazırlanmamızı istediklerinde artık D Tipindeki son günlerimizi yaşamaya başlamıştık.
7 Şubat 2008’de Muş’a sevkleri çıkan ben ve diğer iki arkadaş mahkûm kabul yerinde buluşmuştuk. Sabah 6.30’da mahkûm kabul yerinde eşyalarımızla hazırdık. Benimle birlikte sevki çıkan arkadaşın birisinin bir çift muhabbet kuşu vardı. En son dün gece beşinci yumurtasını yapmıştı. Sevklerimizin çıktığını öğrendikten sonra Muş hakkında elimizden geldiğince bir şeyler öğrenmeye çalışmıştık. Bizden önce de D Tipinden oraya gönderilen arkadaşların kısa bir süre önce tahliye olduklarını öğrenmiştik. Cezaevi koşulları hakkında iyi şeyler söyleniyordu. Bu belki de bizim için bir teselliydi.
Askerlerin hazır olmasından sonra eşyalarımızı ring aracını yerleştirmeye başladık. Askerler bizimle birlikte olan muhabbet kuşlarını da ring aracının bagajına koymak isteyince buna itiraz ettim. Ama asker laf anlamıyordu. Bunun için askerle tartışmayı kesip komutanlarıyla konuşmak istediğimde yanımıza gelen komutan sorunun ne olduğunu sordu. Komutana;
–Yanımızda bir çift muhabbet kuşu var. Beş tane yumurtası var. Onları bagaja atarsak onlara yazık olur. Bu yüzden kuşları yanımıza almak istiyoruz.
Komutan bu isteğimize hiç itiraz etmeden tamam dedi. Eşyalarımızı ring aracının bagaj bölümüne yerleştirdikten sonra ellerimize kelepçeler takılıp ring aracına bindirildik. Saat 7.00’de yola çıktık. Ring aracı içinde Diyarbakır’a son kez baktığımı bilmeden sonbaharın serinletici soğuğu içimi üşütüyordu. Dışardaki hayatın güzelliği ve ilkbaharı andıran havasıyla o an için dışarda olmayı istediğimi fark ettim. Ama bunun bu aralar pek mümkün olmadığını çok iyi biliyordum.
Ring aracı Batman üzerinden yoluna devam ederken havanın daha bir soğumaya başladığını hissettim. Bitlis’e yaklaşırken dağlardaki karların etkisiyle hava daha bir soğumaya başlamıştı. Bitlis’e vardığımız da ise yerlerde diz boyu karları görmek mümkündü. Yolculuğumuz sırasında tuvalet ihtiyacı için durmalarını istediğimizde öğle olmuştu. Öğle vakti Bitlis E Tipi Kapalı Cezaevine giriş yaptık. Abdest ihtiyacımız için durmuştuk. Bu yüzden burada fazla kalamayacağımızı biliyorduk. Abdestlerimizi aldıktan sonra bizi tekrar ringe bindirdiler. Ama tahmin ettiğimiz gibi olmadı ve hemen yola çıkmadık. Kaç saat beklediğimizi bilmeden soğuk ring aracının içinde beklemeye durmuştuk. Her geçen vakit biraz daha üşüyorduk. Askerlere ne zaman yola çıkacağımızı sorduğumuzda ise birazdan deyip bizi oyalıyorlardı. Saat bir de bindiğimiz ring aracı ancak üçten sonra yola çıkabildi.
Bitlis çıkışında ring aracı tekrar durduğunda bunun sebebinin öğrenmek için aracın telli küçük camından baktığımda bir lokantanın önünde olduğumuzu fark ettim. Meğer askerler yemek yiyebilmek için bekledikleri Bitlis cezaevinde yeterli iaşe olmadığı için herkesin yemeklerini yemelerini beklemişler. Sonunda kendilerine yemek kalmadığını öğrenince yola çıkmışlar.
Şimdi yemek molası için tekrar durmuşlardı. Sabah 7.00’de çıktığımız yolculuk uzadıkça bizim de enerjimiz azalıyordu. Bu konuda yapacak hiçbir şeyimiz yoktu. Askerler kendi istedikleri gibi davranıyorlardı. Bizim ring aracı içinde neler yaşadığımızı düşünen olmuyordu.
Yaklaşık bir saat yemek molasının ardından tekrar yola çıktık. Muş’a her yaklaştığımız an yeni yerimizi daha merak eder olmuştuk. Nasıl bir yere gideceğimizi bilmemenin verdiği merak ve endişe bir birine karışmıştı.