41.39
  
48.32
  
109446.00
  
96.57

Zindan Hatıraları-Yeni Arkadaşlar

Zindan Hatıraları-Yeni Arkadaşlar

YENİ ARKADAŞLAR

Ağustos ayının ilk günleri olmasına rağmen Muş cezaevinde yazın tadını çıkarıyorduk. Diyarbakır’da olduğumuz zaman Ağustos ayı bizim için çile demekti. Kavurucu sıcak havalar yüzünden bunalıyorduk. Ama Muş’ta Ağustos ayı o kadar güzel geçiyordu ki güzel bir ilkbahar havasını andırıyordu.

Odamızdaki pencereleri açık bıraktığımızda içeri giren havayla odamız serinliyordu. Muş cezaevinde olduğumuz süre boyunca hiç vantilatöre ihtiyacımız olmadı. Geceleri yatağımızda terli olarak kalkmadık. Bunaltıcı sıcaklar diye bir şikâyetimiz hiç olmadı.

Ağustos ayının ortalarıydı. Gece hepimiz yatağımıza çekilmiş uykumuzda derin hayallere dalmıştık. Dışardan “Hizbullah, Hizbullah” diye sesler geliyordu. Üst katımızda bulunan müşahede odalarında kalan adlilerin bazen bizi vakitsiz çağırdıkları oluyordu. O yüzden dışardan gelen sese pek kulak asmadan tekrar uyumaya çalıştım. Saate baktığımda saatler 1,00’i gösteriyordu. Ama hâlâ dışardan “Hizbullah, Hizbullah” diye sesler daha güçlü gelmeye devam ediyordu. Dışardan gelen seslerden rahatsız olan birkaç arkadaşın daha uykuları kaçmıştı. Onları uykularından uyandıran ses sahibine kızıyorlardı. “Onlardan bize rahat yok” deyip kızıyorlardı. “Hizbullah” seslerinin yerini benim adım almıştı. “Hasan abi, Hasan Gündüz abi” diye bağırıyordu. İsmim söylenince bu durumun farklı olduğunu tahmin etmem zor olmadı. Çünkü adli arkadaşlar ismimi bilseler dahi soy ismim ile bana hitap etmezler “Hasan hoca” diye çağırırlardı.

Yatan arkadaşlarım olmasına rağmen bize seslenene cevap verme gereği hissettim. Üst katımızda bulunan müşahede odasından gelen sese karşılık ben de gecenin bir yarısı olmasına bakmadan “Buyur” diye bağırdım. Sesimi duyan kişi tekrar bağırdı “Hasan abi sen misin?” Sesin sahibinin sorduğu soruya karşılık verdim. “Benim Hasan Gündüz.” Sesimi duyan kişi sevinmişti. Daha yüksek bir sesle “Hasan abi benim Salih Yıldırım” bu sefer şaşırma sırası bendeydi. Salih Yıldırım dışarda tanıdığım bir arkadaşımdı. Kendisiyle birlikte Mersin’de Cemaat hizmetlerinde birlikte çalışmıştık. 2000’deki İstanbul Beykoz baskınından sonra Mersin’de yakalanıp Adana F Tipine konulmuştu. Ama bana seslenmesi ve bir an için onu sesinden tanımamın verdiği şaşkınlıkla sordum “Salih abi sen misin?” diye. Salih Yıldırım’da sesimi duyduğundan mutlu olmuş bir şekilde “Benim Hasan abi” demesiyle gecenin bir yarısı olmasına aldırmadan birbirimizin hal ve hatırını sormaya başladık. Oda arkadaşlarım tanıdık birisiyle konuştuğumu anlayınca kim olduğunu sorduklarında, onlara Salih Yıldırım’ın Adana F Tipinde kalan bir arkadaşımızın olduğunu söyledim. Salih Yıldırım’la konuşmaya devam ediyorduk ki kendisiyle birlikte dört kişi olduklarını söyledi. Salih Yıldırım dışında tanıdığım Hasan Tilki abi de vardı. Onunla da konuşup bir ihtiyaçlarının olup olmadığını sorduktan sonra bu gece yarısı yatanları rahatsız etmemek için yarın daha detaylı konuşmak üzere vedalaştık.

Sabah ilk işimiz müşahede de kalan arkadaşlarımıza biraz kahvaltılık göndermek oldu. Bu konuda gardiyanlar bize sorun çıkarmadıkları için seviniyorduk. Tabi bunda personelle aramızda gelişen güzel diyaloğun etkili olduğunu söyleyebilirim.

Havalandırmaya çıkıp müşahededeki arkadaşlarla daha rahat konuşmaya başladık. Biz onları göremiyorduk, ama onlar ızgaralı sacların deliklerinden bizi görebiliyorlardı. Yolculuklarının nasıl geçtiğinden başladık. Zahmetli ve meşakkatli bir yolculuk yaptıklarını anlattılar. Adana’da kalan arkadaşlardan bir kısmının sevki Siirt E Tipine bir kısmının ise buraya çıktığını söylediler. Hep beraber yolculuk edip ilk olarak Siirt’e sevki çıkanları Siirt’e bıraktıktan sonra gece buraya vardıklarını anlattılar.

Bundan sonraki konuşmalarımız ise onlarla nasıl bir araya gelebileceğimiz oldu. Kaldığımız odanın mevcudu altı kişiydi ve biz zaten altı kişi kalıyorduk. Şimdi dört arkadaş daha gelmişti. Onlar için de bir şeyler yapılmalıydı. Ne yapacağımızı konuştuktan sonra sabah sayımının ardından yeni gelen arkadaşlarımızın durumunu görüşmek üzere cezaevi Müdürüyle görüşme talebinde bulundum.

Öğleye yakın Müdürle görüşmem için beni çağırdıklarında her zamanki gibi baş memurluk odasında yapılan Müdürle görüşmeye gelen başka kişiler de sıralarını bekliyorlardı. Birinci Müdür zaman zaman mahkûmların sorunlarını bizzat kendisi dinlerdi. Kendisi olmadığı zaman ise mahkûmların sorunlarını dinlemesi için ikinci Müdürlerden birini görevlendirirdi.

Sıra bana geldiğinde içeri girip selam verdim. Birinci Müdüre dün yeni gelen dört arkadaşımızın olduğunu hatırlatıp onlar için yeni bir oda talebinde bulundum. Birinci Müdür her zaman ki bahaneleri olan “Cezaevinin kapasitesini biliyorsunuz. Yerimiz şimdilik yok. Odalarda insanları yerde yatırmak zorunda kalıyoruz. Şimdilik biraz müşahede odasında kalsınlar biz onlar için bir şeyler ayarlamaya çalışacağız” dedi. Bu her zamanki bahaneleriydi. Ama cezaevinin kapasitesinin üzerinde mahkûm olduğunu ve birçok odada yer olmadığı için bazı mahkûmların yerde yatmak zorunda kaldıklarını da biliyorduk.

Daha önceki tecrübelerimiz bize bir şey öğretmişti. Müdürün söyledikleri her ne kadar doğru bile olsa bir oyalamacadan ibaretti. Bu yüzden Müdürden arkadaşlarımızın müşahede odasında üç günden fazla kalamayacaklarını hatırlattım.

Cezaevi idaresi isterse yeni gelen mahkûmu üç günlüğüne müşahede odasında gözlem altında tutmaya hakkı vardı. Bu şekilde mahkûmun durumu hakkında bilgi sahibi olduktan sonra onu odaya verirlerdi.

Birinci Müdür benim oda arkadaşlarımla bir araya gelmemdeki arzumu anladığından olsa gerek yeni gelen arkadaşları geçici olarak bizim odaya alıp bir süre idare etmemizin arkadaşlarımız açısından iyi olacağını söylediğinde bunu ne kadar çok istesem de bu teklifi kabul etmedim.

Çünkü eğer arkadaşlar müşahede odasından çıkıp bizim odaya gelselerdi, onlar için artık yeni bir oda ayarlamazlardı. Bunu biliyorduk. O yüzden Müdüre;

–Sayın Müdürüm arkadaşlarımızın bizim yanımıza gelmesini çok isteriz. Ama bizler şu anda kaldığımız odada altı kişi olmamıza rağmen zorlanıyoruz. Namazlarımızı Cemaatle kılmak için çok sıkışıyor, yemek masasında bir birimize sokularak ancak oturabiliyoruz. Dört arkadaşın daha o küçük odaya gelmesi demek daha büyük sorunlara sebep olur. Bu yüzden ya bize daha geniş bir oda verin ya da yeni arkadaşlarımız için başka bir oda ayarlayın, dedim.

Birinci Müdür;

–Şu anda sizin kaldığınız odalarda adliler on kişi kalıyorlar. Onlar da sizin gibi değiller mi? diye sordu.

–Sayın Müdürüm dediğiniz gibi bizim kaldığımız odalarda adliler on kişi kalabilirler. Ama bizler adli mahkûm değiliz. Adli mahkûmların yemek masasına birkaç grup olarak oturmaları onlar için sorun olmayabilir. Veya onlar namaz kıldıklarında ferdi olarak namaz kılsalar dahi onlar için fark etmiyor. Ama biz adli mahkûm değiliz. Biz bir aile gibiyiz. Odamızdaki hangi arkadaş olursa olsun hep birlikte sofraya oturur, hep birlikte kalkarız. Rabbimizin verdiği rızkı birlikte paylaşırız. Bizim içimizde ayrı gayrı olmaz.

Söylediklerimi karşımdaki sandalyede oturan baş memur da başıyla onayladı. Birinci Müdüre benim söylediklerimin doğru olduğunu söylemek için az önceki konuşmamı bir kez de kendisi tekrarladı.

Birinci Müdür müşahededeki arkadaşların birkaç gün sabretmesini istediğinde güler bir yüzle “Bize de söylediğiniz gibi birkaç gün hafta olmazsa bir sorun olmaz” deyip müsaade isteyip kalkmadan önce durumu müşahededeki arkadaşlarla konuşmak için onları ziyaret etmek istediğimi söyleyince, birinci Müdür bu teklifimi kabul ettikten sonra ayrıldım.

Müdürün izin vermesiyle müşahedede kalan arkadaşlarımın yanına gidip birinci Müdürle konuşmalarımızı anlattım. Birinci Müdürün birkaç gün deyişinin bir haftaya yakın olabileceğini hatırlatıp kendilerinden bu süre zarfında sabırlı olmalarını rica ettim.

Muş’a geldikten sonra cezaevi idaresiyle geliştirdiğimiz güzel bir diyaloğun olduğunu hatırlatıp ilerde bu diyalog sayesinde burada daha rahat edebileceğimizi o yüzden birkaç günlük müşahede odasında kalmanın daha iyi olacağını söylediğimde, sağ olsun arkadaşlar bu durumda ellerinden geleni yapacaklarını söylediler.

Odama geldikten sonra birinci Müdürle aramızdaki konuşmayı oda arkadaşlarıma anlattım. Ama birinci Müdürün yeni arkadaşlar için yeni bir oda mı yoksa büyük bir oda mı vereceği henüz belli olmadığını söyleyip kendimizi her iki durum için de hazırlamamız gerektiğini söylediğimde, olabilecek her iki alternatif için bir program yaptık.

Neredeyse her gün baş memurluğa haber gönderip yeni gelen arkadaşlarımızın durumuyla ilgili bir gelişme olup olmadığını soruyordum. Her seferinde henüz bir gelişme olmadığı cevabını alsam da yine de sormaktan vazgeçmiyordum.

Üç gün sonra tekrar baş memurluğa gidip yeni gelen arkadaşların yaşadıkları zorluğu hatırlatarak bir an önce bir oda ayarlamalarını rica ettiğimde baş memur;

–Sizin için büyük bir oda ayarlamaya çalışıyoruz. Birkaç güne kadar inşallah hal olur, dedi.

Baş memurluktan aldığım bu habere çok sevinmiştim. Durumu arkadaşlarıma söyleyip birkaç gün daha sabretmelerini rica ettim.

Bu yazıya tepkini ver!

Benzer Bloglar